Biz gerçekten “Bilgi Çağı”nda mı yaşıyoruz? Hep söylendiği gibi, içinde bulunduğumuz çağ gerçekten bilgi çağıysa, nereden anlıyoruz bilgi çağında yaşadığımızı? Sizce bilgi toplumu nasıl tarif edilir?
Aslında biz tam ortasında yaşadığımız için algılamakta zorlanıyoruz; ama bir dönemden diğerine geçişin son derece belirgin özellikleri var. Bizim bugün yaşadıklarımız, yaklaşık iki yüz sene önce, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçerken de yaşandı.
Sanayi devrimiyle beraber üretim fabrikalarda yapılmaya başlanınca, fabrika dışındaki hayat da değişti. Tarımda yaşayan nüfus şehirlere göç ederek yeni bir işçi sınıfı yarattı. Üretim ilişkileri değişti. Zaman kavramı değişti. Gündelik hayat değişti. Toplum değişti. Büyük bir dönüşüm yaşandı.
Yaşanan çağı anlamanın ve o çağın adını koymanın en doğru yöntemi, insanların hayatlarını ne yaparak, nasıl kazandıklarına bakmaktır. İnsanların çalışırken hangi ilişkiler içine girdiklerini anlamaktır. Genel olarak servetin nasıl yaratıldığına bakmaktır.
Tarım toplumunda zenginlik topraktaydı. Toprağa sahip olan zenginlik yaratıyordu. Doğal olarak toprak çok değerliydi. Kişisel ve toplumsal servetin kaynağı topraktı.
Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçildiğinde toprağın yarattığı değer devam etse de, sermaye daha fazla ve daha kısa zamanda zenginlik yaratmaya başladı. Sermaye kıt ve çok değerliydi. Ve servet yaratmanın yolu fabrikadan geçiyordu.
İçinde yaşadığımız dönemde ise sermayenin yerini bilgi ve yaratıcılık aldı. Bilgi toplumuna geçtiğimizin en belirgin simgesi, 2004 yılında Mark Zuckerberg’in Facebook’u -hiç sermayeye ihtiyaç duymadan- kurması ve şirketin değerinin bugün 50 Milyar Doları bulmasıdır. Facebook örneğinde gördüğümüz gibi, bugün artık sadece yaratıcılıkla servet yaratmak mümkün.
Bugün artık, bilginin ve yaratıcılığın sermayeden bile daha önemli bir üretim unsuru olduğu, iş yerlerindeki ilişkilerin ve toplum yapısının kökten değiştiği bir dönemde yaşıyoruz. Bilgi toplumu kendi kurallarını koyuyor. Bugünün en kıymetli kaynağı bilgi ve yaratıcılık.
Nasıl sanayi toplumu oluşmaya başladığında tarım toplumu ortadan yok olmadıysa; bilgi toplumunun gelişmesi de sanayi ve tarımı ortadan kaldırmadı tabii ki. Bundan iki yüz yıl öncesinde de olduğu gibi, yeni üretim biçimi eski olanı geriletti. Ekonominin içinde yeni olan daha büyük pay alırken, eskiler küçüldü.
Peter Drucker bilgi toplumunu, “yeni teknolojilerin gelişimesiyle bilgi sektörünün, bilgi üretiminin ve nitelikli insanların önem kazandığı, eğitimin sürekliliğinin ön plana çıktığı, iletişim teknolojileri, elektronik ticaret gibi yeni gelişmelerin toplumu değiştirdiği” bir toplum olarak tanımlar.
Bana göre bilgi toplumunun üç önemli göstergesi var:
1.Bunlardan bir tanesi, bilginin kullandığımız ürünlerin içine depolanabiliyor ve bu ürünlerin bilgiyi “işliyor” olmasıdır. Bugün kullandığımız arabalar, bilgisayarlar, televizyonlar, elektronik ticaret siteleri, bizim kullanım tercihlerimizi öğrenir, bunları saklar ve bizim tercihlerimizi bir sonraki kullanımımızda bize sunar. Bilgi ekonomisinde önce ürünler “bilgili” olur.
Kullandığımız ürün ve hizmetler, her geçen gün daha “akıllı” oluyor. Artık bilgi toplumunun hayal gücü ve olanaklarıyla her şeyi daha ”akıllı” üretmek mümkün. Bir önceki alışverişinizi ve kredi kartı bilgilerinizi hatırlayan elektronik ticaret sitelerinden tutun da, bulunduğunuz yere en yakın taksi durağını gösteren telefonlara kadar birçok ürün bilgiyi kaydediyor, işliyor ve bizim kullanımımıza sunuyor. Hayatımızı kolaylaştırıyor.
2.Bilgi toplumunda yaşadığımızın ikinci önemli göstergesi, çalışan nüfusun içinde bilgisiyle iş yapanların oranının artmasıdır. Türkiye’de de, gelişmiş ekonomilerde de çoğunluk ne sanayide çalışıyor ne tarımda. Hizmet sektöründe çalışanların sayısı, tarımda ve sanayide çalışanlardan daha fazla. Kaldı ki sanayi sektöründe bile çalışan işçilerin çoğunluğu kol gücüyle değil, bilgileriyle iş yapıyor. Makineleri kullanmak önemli bir bilgi birikimi gerektiriyor.
Bugün Türkiye ekonomisininde hizmet sektörünün payı yüzde altmışlar. Sanayinin ve tarımın payı azalıyor. Bilgi ekonomisinin en önemli göstergelerinden birisi de hizmet sektörünün büyüklüğüdür. Çalışan nüfusun içinde, bilgi işçileri, bilgi profesyonelleri ve yaratıcı sınıfın ağırlığının artması, içinde yaşadığımız toplumun nasıl bir toplum olduğunu anlatıyor bize.
3.Bilgi çağını belirleyen üçüncü özellik ise bilgi çağının bir öğrenme çağı olmasıdır.
1990’lı yılların başında Fortune dergisinde yayımlanan bir makalede Peter Senge, bilgi toplumu tanımına yeni bir boyut getirdi ve bilgi toplumundaki organizasyonlarının, “Öğrenen Organizasyonlar” olduğu görüşünü ortaya attı. Senge’ye göre önemli olan, ne bildiğimiz değil, değişen dünyayla aynı hızda öğrenebilme yetkinliğimizdi. Senge, şirketlerde sadece patronların değil, herkesin “bileceği” ve sürekli öğrenmeye devam edeceği bir yapının oluşması gerektiğini vurguladı. (Senge; 5.Disiplin)
Bugün geldiğimiz noktada şirketlerin rekabet üstünlüklerini koruyabilmesi, yeni ve işe yarar bilgiye rakiplerinden daha önce ulaşabilmesiyle mümkün. Öğrenen organizasyonlarda öğrenme, insanların yaptıkları her şeyin içindedir. Bu şirketlerde öğrenme, işin ayrılmaz bir parçasıdır. Öğrenme, anlık bir olay değil bir süreçtir.
Alvin Toffler, “Geleceğin cahilinin okumamış değil, nasıl öğreneceğini bilmeyen kişiler olacaktır.” demişti. Bence bu görüş şirketler için de geçerlidir.
Konuyla İlgili Makale ve Linkler
- Peter Senge, Foundation of SoL, Society for Organizational Learning
- Alan M. Webber “Learning for a Change”, 30.04.1999
- Information society
- Knowledge Economy
- Frank Webster
- Pekka Himanen, “Challenges of the global informatıon society”, 2004
- Caladiu Sarrocco, “Intellectual Capital In The Information Society” 9.07.2003.

Yararlı, yararsız bilgilerin ayrıştırılması ve yararlı bilginin organizasyonel öğrenme sistematiği içinde değerlendirilmesi, işlenmesi ve yeni bilgi üretiminde kullanılması çok elzem, ancak bu ayırımı yapmak için de bir yönlendiriciye ihtiyaç olmaktadır. Bu enstrümanın veya kutupyıldızının,günümüzün öğrenen organizasyonlarında tüm bireylerle paylaşılmış ve üzerinde konsensus oluşturulmuş vizyon ve onu besleyen stratejiler olduğuna inanıyorum. Bu şekilde oluşturulmuş stratejik vizyon filtresinden geçen her bilgi kolayca ayrıştırılabilir ve yararlı bilgi üretilebilir.
Temel Bey merhaba,
Yazınız için teşekkürler. Genellikle modern çağa gönderme yapan yazılarda modernliğin ve modernliğe geliş sürecinin altı çok da fazla doldurulmuyor. Bu anlamda yazınızın ayrıca değerli olduğunu düşünüyorum çünkü bilgi çağı kavramının sebepleri üzerinde fazlaca durmuşsunuz. Bunun yanında, daha önceki yazılarınızdan birinden de anımsadığım "fazla bilginin depolanma gereksizliği" konusunu da öğrendiğim yeni birşey olarak kenara koyacağım. Çünkü bilgi günümüzde fazla depolama alanı işgal etmeden saklanabilir birşey haline gelse de, ileride hangi bilginin kullanılabilirliğinin daha yüksek olduğunu seçmenin rekabet unsuru olacağı kesinlikle doğru bir tespit. Bugünkü teknoloji depolama alanı konusunda bonkör davranmayı tetikliyor ama sonuçta her kapasite de doldurulabilir. Bu anlamda bilgi konusunda yine de uzun vadede seçici olmak çok önemli diye düşünüyorum.
Sevgi ve saygılarımla,
Değerli Dostum Temel,
Nitelikli makalene sonnot olarak aşağıdaki model eklenebilir:
Uçan Kazlar Modeli
Japon akademisyen Kaname Akamatsu’un ilginç bir isim verdiği Uçan Kazlar Modeli ile bağlantılıdır.
Uçan Kazlar Modeli Asya ekonomilerin lider “kaz” Japonya öncülüğünde aynı çizgi üzerinde ancak farklı aşamalar ile benzer gelişme yollarını izlediğini göstermektedir.
Uçan Kazlar Modelinde her bir ülke veya ülkeler grubu önce ilk aşamada özel bir rekabet üstünlüğü kazanmakta ve sonra gelen ikinci aşamada bu üstünlüğünü kaybetmektedir.
Örneğin Japonya demir ve çelikten tekstile, sonra hazır giyime, sonra otomotivden elektronik aşamasına geçmiştir.
Asya’nın dört kaplanı olan, Hong Kong, Güney Kore, Singapur ve Tayvan da benzer aşamaları aynı yörüngede fakat daha hızla olarak geçmiştir. Sonuçta ülkelerin becerileri artmış, teknolojik imkanları, sermaye yatırımları yükselmiş ve ücret enflasyonu ortaya çıkmıştır.
Uçan Kazlar Modeli rekabet üstünlüğündeki yapının değişmesini açıklar. Bu model Asya ülkelerinin Japonya’nın belirli bir sanayide uzmanlaştıktan sonra tarihsel olarak geçirdiği iktisadi dönüşümün benzerini geçirdiğini açıklamaktadır.
Bu modele göre belirli bir zaman kesitinde farklı yerlerdeki Asya ülkeleri mevcut kaynakları, sermaye maliyetleri ve yeteneklerine bağlı olarak sanayi aşamalarındaki sıçramaların görülebileceğini tahmin edebiliriz.
Uçan Kazlar Modeli ulusal düzeyde uzmanlaşma değişimini açıklar. Uzmanlaşma tekstilden hazır giyime, çelikten otomobil sanayine oradan da elektroniğe değişir. Bu değişim modeli hatta bilgisayar yazılımlarına veya şimdilik belli olmayan başka bir sanayi dalına doğru farklı aşamalardan geçtiğini vurgulamaktadır.
————-
Kaynak: Kaname Akamatsu, “Historical Patterns of Economic Growth in Developing Countries”, the Developing Economies, Vol.1, 1962, s.3-25’den aktaran Alan M.Rugman ve Simon Collinson, International Business, Fifth Edition, Prentice Hall-Financial Times, Pearson Education, Harlow England, 2009, s.598-599.
Sevgili Erdoğan,
Katkıların için teşekkür ederim. Sesini duymak ne güzel!
Sevgiler.
Temel