Geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin en büyük şirketlerinden birisine “Araştırma ve Karar Alma” konusunda bir konuşma yapmaya gittim. Şirket benden araştırma kariyerimde biriktirdiğim bilgi ve deneyimleri paylaşmamı istiyordu.
Toplantı yaklaşık bir ay önce şirketin bütün çalışanlarına duyuruldu, elli kişi seminere katılacağını bildirdi.
Sabah saat dokuzda konferans salonuna beklenildiği gibi elli kişi geldi ve ben konuşma yapmaya başladım. Fakat konuşmaya başlar başlamaz hiç alışık olmadığım bir manzarayla karşılaştım. Salondaki elli kişinin neredeyse kırk beşi, dizüstü bilgisayarlarını açtılar ve benim konuşmam boyunca önlerine bakarak kendi işleriyle ilgilendiler. Bu arada beni de dinlediler sanıyorum; ama anlattıklarımdan ne kadar yararlandılar bilemiyorum.
Sizin de başınıza gelmiştir mutlaka, konuştuğunuz insanların sizi dinlememesi kötü bir duygu yaratıyor insanda.
Eskiden olsa başıma gelen bu duruma çok içerler, çok kızardım, saygısızlık olarak değerlendirir öfkelenirdim. Fakat bu sefer sadece hevesim kırıldı ve üzüldüm; çünkü beni “dinlemeye” gelenlerin bu davranışları kişisel olarak beni hedef almıyordu, salonda kim olsaydı aynı şekilde davranacaklardı. Kendilerini çok “meşgul”, çok “yoğun” hissediyorlardı. Hayatın hızlı aktığını, yapacak çok işleri olduğunu; ama zamanın çok kıt olduğunu düşünüyorlardı. Hem benim konuşmamı dinlemek istiyorlardı hem de e-postalarına cevap vermek istiyorlardı ya da yetiştirmek zorunda oldukları bir rapor üzerinde çalışıyorlardı. Üzerlerindeki zaman baskısını aynı anda iki iş yaparak (multitasking) aşmak istiyorlardı. Buldukları çözüm zaten çalıştıkları kurumdaki hemen herkesin yaptığı bir şeydi, böyle davranmak şirketin bir adeti haline gelmişti.
Daha önceki yazılarımda da anlatmaya çalıştığım gibi aynı anda iki iş yapmak sandığımızın aksine bizim verimliliğimizi arttırmak yerine düşürür. Aslında beynimiz hiç bir zaman iki işi aynı anda yapamaz. Zihnimiz bir işi yaptıktan sonra diğerine geçer ardından tekrar ilkine geri döner. Aslında beynimiz iki işi aynı anda yapmaya hiç elverişli değildir. İçinde bulunduğumuz koşulları zorlayarak iki işi aynı anda yaptığımızda stres seviyemiz yükselir, yorgunluğumuz artar, yoğunlaşma (konsantrasyon) yeteneğimiz azalır ve zeka seviyemiz en az on puan düşer. (Çalışırken müzik dinlemek iki iş yapmak anlamına gelmez. Beynimiz müziği fona alıp yaptığımız işe konsantre olabilir.)
Psikologlar, konsantrasyon zorluğu ve “sürekli yarı-dikkat” (continuous partial attention) hallerinin bu çağın “hastalıkları” olduğunu söylüyorlar. Sürekli olarak dikkatleri bölünen insanlar çok daha düşük bir performansla çalışıyorlar. Siz de dikkat fakiri misiniz?
Hayatımıza giren akıllı telefonlar , dizüstü ya da tablet bilgisayarları nasıl ve nerede kullanacağımızı bilmezsek giderek daha düşük zekalı insanlar olacağız.
Teknoloji dünyanın öbür ucundaki bir insanı yanı başımıza getirebildiği gibi aynı odada gözümüzün önündeki bir insanın ne konuştuğunu duymamıza engel de olabilir. Farkında olmazsak teknoloji bizi kör ve sağır yapabilir.
Teknoloji bizim bazı davranışlarımızı bozdu, bu konu hakkında uzun zamandır gözlem yapıyorum. Bir lokantaya gittiğimde iki sevgilinin yemek yerken birbirlerinden çok cep telefonlarıyla ilgilendiklerini görüyorum. Sinemada önümde oturan birinin iki de bir cep telefonunu açıp -karanlık salonda gözümün içinde soktuğu ışıktan habersiz- son gelen mesajı okuma sabırsızlığına şaşırıyorum. Şirketlerde yaptığım toplantılarda bilgisayarlarıyla ve telefonlarıyla haşır neşir olup karşısındakilerin söylediklerini duymayan insanlarla karşılaşıyorum.
Bazı insanlar, “aynı anda iki iş yapmayı” kendi kimliklerinin bir parçası gibi görüyorlar, bir toplantıda hem konuşulanları dinler gibi yapıp hem bilgisayarlarını açıyorlar. Bu insanlar etraflarına ne kadar yoğun, ne kadar meşgul ve dolayısıyla ne kadar “önemli” insanlar olduklarını anlatmak istiyorlar.
Bence bu çağın görgü kurallarını birlikte yazmamız gerekiyor. Hangi davranışın hangi durumda uygun olduğu konusunda bir fikir birliğine varmamız lazım. Hangi davranışın normal hangisinin anormal olduğuna karar vermeliyiz. Günlük hayatımızın nezaket anlayışını yeniden yazmak zorundayız.
Benim şahsen son yıllarda bu konuya duyarlılığım çok arttı. Gerek özel hayatımda gerekse iş hayatımda içinde bulunduğum ortamlarda kişilerin tavır ve tutumlarına karşı yüksek bir farkındalık içindeyim.
Sanayi sonrası toplumunda artık eskinin göstermelik saygı kuralları teker teker yok oluyor. Önünü iliklememek, bacak bacak üstüne atmak artık saygısızlık sayılmıyor. Sadece kişisel ilişkilerimizde değil, şirketlerde de katı kurallar giderek yok oluyor. Artık bankacılar ve devlet memurları dışında iş yerlerinde kravat takanlar giderek azalıyor. Şirket hayatı resmiyetten uzaklaşıyor. İşin ciddiyetinin görüntüde değil özde olduğunu kabul eden bir toplumda yaşıyoruz artık.
Sanayi sonrası toplumunda hepimiz çok büyük bir bilgi bombardımanı altında yaşıyoruz. Çoğumuz da yaşadığımız bu hıza yetişebilmek için aynı anda birden fazla iş yapmamız gerektiği gibi bir saplantı içindeyiz.
Her şeyde olduğu gibi bu konuda da doz önemli. Aynı anda iki iş yapmanın dozunu kaçırmak ilişkilerin doğasını bozuyor. Cep telefonuna çok kısa bir göz atmak kabul edilebilir bir davranış olurken bunu abartmak davranış bozukluğuna dönüşüyor.
Bir toplantıda bulunmamızın amacı o anda orada konuşulanları aktif bir şekilde dinlemek, gerekiyorsa kendi görüş ve bilgilerimizi paylaşmaktır. Toplantıda bedenen bulunup ruhen başka bir “dünyada” olmak diğer katılımcıların daha değersiz olduklarını düşünmek anlamına gelir. Bu davranış bizim zamanımızın daha değerli olduğunu ve yapacağımız daha önemli işler olduğunu anlatır. Bunların hepsi görgüsüzlüktür, kaba davranışlardır.
Fakat bu görgüsüzlük giderek yaygınlaşıyor. Bir çok şirketin kültürü haline geliyor. Özellikle rekabetin daha sert ve hayatın hızlı aktığı yeni nesil şirketlerde çalışan gençler arasında bu tür davranış bozuklukları çok yaygın. Bu şirketlerde çalışanlar aynı anda birden fazla iş yapmayı kendilerine daha çok hak görüyorlar hatta bunu profesyonel kimliklerinin bir parçası haline getirmiş durumdalar. Bu gençler bir toplantıda sadece konuşulanları dinlemeyi ve toplantıya aktif olarak katılmayı bir eksiklik gibi algılıyorlar ve mutlaka aynı anda başka işler de yapmak zorunda hissediyorlar kendilerini.
Artık iş hayatının eskiye kıyasla çok daha hızlı, esnek ve gayri resmi olduğunu hepimiz biliyoruz. Akıllı telefonlar, dizüstü ve tablet bilgisayarlar her toplantıda bizlerle beraber olacak. Sadece iş hayatında değil, eşlerimiz, sevgililerimiz, çocuklarımızla ilişkilerimizde de bu aletlerin hepsinin açık olacağı ve bunların her ilişkimizin ortasında yer alacağı kesin. Artık bu aletlerin hayatımızın her alanında olması “normal”.
Fakat bu “yeni normalin” içinde ortaya çıkan bazı anormallikler de beni çok rahatsız ediyor.
Eğer sevilmek ve saygı görmek istiyorsak etkili iletişim ve anlamlı ilişkiler kurmak istiyorsak asgari görgü ve nezaket kurallarına uymaktan başka çaremiz yok. Bu sadece birlikte yaşamanın değil, birlikte düşünmenin, birlikte yaratmanın ve üretmenin de temel kuralıdır.
Ben yeni dönemin görgü kurallarını birlikte yazabileceğimize inanıyorum. Arzu ederseniz ben ilk adımları atarak başlayayım sizler tamamlayın:
1. Bir toplantıda sunum yapanlar ve not alanlar hariç hiç kimse bilgisayarını kullanmamalıdır.
2. Toplantılarda cep telefonları mutlaka sessizde olmalıdır.
3. Bir toplantıda cep telefonuyla mutlaka konuşmak ya da mesajlaşmak gerekiyorsa bunu beş on saniye gibi çok kısa bir zamanda bitirmek gerekir. Böyle bir davranış bir toplantı sırasında ancak bir istisna olabilir. Toplantı sırasında bir kişinin sık sık telefonla konuşması, mesajlaşması toplantıya katılanlara saygısızlıktır.
4. Toplantı sırasında cep telefonlarıyla “oynamak” kabul edilebilir bir davranış değildir.
5. …………..
6. …………..
https://www.martidergisi.com/netiket-internette-gorgu-kurallari/
netiket konusundaki bir yazım dilerim faydası olur. Sevgiler,
Modernlikle-Saygısızlığı ayırt edemeyen bir toplum haline dönüşüyor olmak gerçekten çok rahatsız edici..
Karşısındaki kişiye “değer vermeyi,” bilmeyen, sizce başkalarından gerçekten “değer” görebilir mi ??
‘SM’ rumuzlu yorum – sunumun izleyicilerle birlikte interaktif olarak gerçekleştirilmesi – yeni dönemin "pazarlamanın tüketicilerle birlikte yapılması" gereğine de uyuyor. Kendisine katılıyorum, ancak sonuç itibarıyla sunuş formatıyla ilgili bir kriter olarak şekillenen bu önerinin, içeriği izleyicilerin ilgi duyacağı çizgiye taşımaya yarayacağı önemli. Yani içerik konusu yine de önemli.
Sunumun içeriği, içeriğin dinleyiciler için önemi, dinleyicilerin bu önemin farkında olması (talep düzeyi/isteyerek gelmiş olmaları) gibi içerik eksenli kriterlerin doğru düzenlenmesinin bu ‘multitasking’ yönelişiyle ilgili problemleri olumlu etkileyeceğini düşünüyorum. Sunumu yapacak kişinin izleyiciler hakında önceden bilgi sahibi olması işin anahtarı olabilir, aynı pazarlamadaki gibi.
İçeriğin etkili bir şekilde sunulabilmesi için izleyicilerin – nispeten – birbirine yakın birikim ve kapasitede olmaları da önemli, aksi taktirde kopmalar yaşanıyor. Sunulan içerik basitleştikçe ortalamanın üzerinde bilgi sahibi olanlar yeni bir şey öğrenmediklerinden, içerik karmaşıklaştıkça az bilenler takip edemediklerinden kopuyorlar.
Üniversitede lisansüstü ders vermeyi lisans dersine tercih ediyorum, çünkü öğrenciler dersi daha bilinçli bir tercih sonrasında aldıklarından daha istekli ve öğrenmeye niyetli oluyorlar. Ancak her halikarda interaktif ortamı canlı tutmaya çalışıyorum, çünkü sınıftan feedback alabilmek bana ‘içeriği öğrencilerin ilgili alanlarıyla bağdaştırmak suretiyle katılımı yüksek tutma’ fırsatı sağlıyor.
Yazılanların tümünden hareketle, birtakım kurallar belirleyip onlara uyulmasını sağlamak ilk akla gelen yöntem oluyor, çünkü uygulanması en kolay olanı da bu. Zorunlu şirket eğitimleri gibi ortamlarda bazen gerekli olduğunu kabul ediyorum, ancak kuralları koyup yanlarına da (toplantı amiri, özel güvenlik, vs.) kural uygulayıcıları yerleştirip işi "kurallara uymayanı dışarı atarız, muhtemelen diğerleri akıllanır ve kendilerini toparlarlar, toparlamazlarsa hepsini atarız" noktasına getirmek de komik olacağından, uygulanacak etik kuralların kabulunde ve uygulanmasında yine de bir (gönüllü) konsensüs sağlamak gerekecek.
SM’nin önerisi kendisinin izniyle eğer "sunum formatını karşılıklı iletişime dayandırmak suretiyle sunum içeriğini dinleyicilere en fazla katkı yapabilecek çizgiye ayarlamak" olarak özetlenebilirse bunun en kolay çözüm yolu olmasa da en rasyonel yaklaşımlardan biri olacağını düşünüyorum. O zaman ihtiyaç duyulan gönüllü konsensüs kendiliğinden sağlanabilir.
"SM" rumuzlu okuyucumuzdan gelen aşağıdaki yorumu herkesle paylaşmak istedik…
Temel Bey,
Belki artık toplantı / seminer formatlarının da değişme zamanı geldi.
Ben son katıldığım (katılım davetiyesi almak için, gayet etkileşimli
bir formatta, zihin kalıplarını altüst edebileceğini düşündüğüm bir
soru ve bana göre cevabını, konferans düzenleyicilerine e-postayla
iletmiş olduğum) konferansta, genel konu ve programın konferans öncesi
çekiciliğine rağmen, etkileşimsiz bir ortamda bulunmaktan, oturarak
dinlemenin dışında bana pek bir şey düşmemiş olmasından sıkıldım,
artık dinlediklerim ve ekranda izlediklerimden pek birşey anlamadığımı
farkettim ve 3. aradan sonra çıktım. Kendi ilkelerim gereği, o
konferansta katıldığım sunumlarda cep telefonuma, acil olabileceğini
düşündüğüm sms’ler dışında bakmadım, yanıt yazmadım, telefonda
konuşmadım. Çıkışta, konferans katılımcılarının çoğunun, benim de
içimde duyduğum ancak ertelediğim etkileşim ihtiyacını, sayısız
Twitter mesajıyla giderdiğini farkettim.
Sunum yapacaklar listesinde hangi guru olsa da, sunum süreleri 20
dakika altı ile sınırlı olsa da, etkileşimsiz konferans formatından
çok, webinar, blog yazıları, tartışma forumları daha cazip geliyor
artık bana. Benim yönettiğim sunum / seminer / toplantılarda,
mekandaki diğer kişilerin izleyiciden çok katılımcı olmasına daha da
çok özen gösteriyorum artık. Son yaptığım sunumda "bize çok soru
sordunuz, keşke daha çok somut örnekler sunsaydınız, ben sizi izlemeye
gelmiştim" yorumu geldi iki kişiden 🙂 Diğer 10 kişiden de yalnızca
dört tanesi sorularıma yanıt vererek sunuma aktif katıldılar.
Azimliyim, ben katılım odağımı artırdıkça, katılım oranı artacak ve
kapsamı da genişleyecektir inancındayım.
Şu yazıdaki bağlantıdan erişebileceğiniz, "A Day Made of Glass"
başlıklı video, muhtemel bir yakın geleceği yansıtıyor:
http://goo.gl/VSE3k Yazının ve videonun genel teması sizin yazınızın
konusundan farklı, ben dikkatinizi 3.00 civarı başlayan toplantıya
çekmek isterim. Toplantıya katılanlar, farklı mekanlarda, birisi
sokakta, ancak hepsi toplantıya odaklı. Yazının sonundaki yorumlar
arasında şu dikkatimi çekti: nrhatch Says: April 5th, 2011 at 11:30 am
"We noticed the complete absence of STRESS in the future. Everyone is
happy and smiling. That’s something to look forward to."
"Bu zamanın ruhu", bu zamanın insanlarının ihtiyaçları, bu zamanın
sunum izleyicilerinin davranışlarını, davranışlar da yeni görgü
kurallarını belirliyor.
Çalıştığım okulda, geçen ay her sınıfta bir velinin tüm günü kendi
çocuğunun gölgesi olarak okulda geçirmesini ve videoya kaydetmesini
sağladık. Pekçoğu "Herşey ne kadar farklı, bizim zamanımızda arka
arkaya dizilmiş sıralarda oturur, öğretmeni dinler, kitap okur,
deftere yazardık, pasiftik, bu çocuklar nasıl böyle" dediler, bazıları
öğrencileri "fazla konuşur" buldu, öğretmenlerin olumsuz anlamda az
bilgi verdiği sonucunu çıkardı. Okuldaki hedefimiz, öğretmenlerin
rehber, ortam hazırlayıcı rolü üstlendiği birlikte öğrenme/anlama
ortamları sağlamak. Çocuklar odaklansın, dinlesin, konuşsun,
tartışsın, öğrensin, anlasın, anladıkları davranışa dönüşsün diye çaba
gösteriyoruz.
Etkileşimin eksik kaldığı veya eksik algılandığı (katılım
fırsatlarının az veya verimsiz sunulduğu / kullanılabildiği)
ortamlarda, veriş olsa da alış az oluyor bence. Birlikte ve aynı
zamanda birbirinden de öğrenme ortamlarında ise anlamanın
gerçekleşmesi, salt bilgi aktarımının çok ötesine geçilebilmesi mümkün
oluyor.
Populer bir şarkı "Who Says" diyor (Selena Gomez), zamanın ruhunu iyi
yansıtan bir şarkı bence. Kim der ki, anlaması için sunulan bilgiyi
anlayabilmesi için, bilgiyi sunan kişiyle, diğer izleyicilerle ve
hatta o sunulan bilgiyle etkileşme ihtiyacı duyan izleyici, sunum
izlerken bilgisayar veya cep telefonu üzerinden Tweet atarak sunum
yapan kişiye saygısızlık gösteriyor? Alakasız telefon konuşmaları
yapanları ayrı tutuyorum, o bence de saygısızlık, ancak Tweet,
Facebook vs yorumları yazan izleyiciler, belki de katılım yoluyla
anlama gerçekleştirme çabasındadırlar. Etkileşememenin yarattığı
stresi böyle gideriyorlardır?
Bu blog yazınızın başlığı ve Twitter’daki ilgili mesajlarınızı,
yazılarınızın takipçilerini etkileşime, katılımcı olmaya, kuralları
birlikte belirlemeye çağrı olarak algıladım.
Dünü dünde bıraktığınızı, bugün yeni şeyleri yeni söylemlerle ifade
ettiğinizi bir kez daha farketmek, okuyucunuz olarak beni mutlu etti.
Popüler kültürümüzün yeni kurallarının belirlenmesindeki rolünüzün
giderek artması dileğim ve saygılarımla.
Sevgili Temel Bey,
bu "multi-tasking" ve "24 saat kesintisiz iletişim" kavramları, bizi kötü vurdu. Artık evlerimizde bile sanki gizli sevgilisinden mesaj bekleyen kişiler gibi, gözümüz blackberry’mize takılmadan, akşamımızı geçiremiyoruz. Buna çözüm yaratmak lazım , bu kesin. Diğer yandan sizin olayınızda sorunun teknoloji ya da çağımız olduğunu sanmıyorum… Yeni çağın görgü kuralları henüz yazıya dökülmemiş olsa da, "sana yapılmasını istemediğin şeyi, başkasına yapma" lafı tarih boyunca geçerliliğini korumayacak mı? Sunumunuza katılan kişiler sadece bir an için "onun yerinde ben olsaydım, nasıl hissederdim?" diye düşünselerdi sizce de farklı davranmazlar mıydı? Bu noktada gördüğüm sorun şu: günümüz dünyası veya Türkiye’sinde insanların sahip olması gerektiği özellikler listesinde "nezaket" veya "görgü" üst sıralarda yer almıyor. Hatta nezaket neredeyse "ezik" olma anlamına gelecek… Sizin de böyle bir gözleminiz yok mu?
İyi çalışmalar dilerim. Mert.
"Japonya’da Samuraylar çay seremonisi için salona kılıçlarını bırakıp öyle girer, usulünce oturup kaidesine göre zarafetle çay içerlermiş. O kısacık dakikalarda savaşı kafalarından siler, kendilerini tamamen güzelliğe verirlermiş."
Çayın tadını alabilmek ve güzelliği fark edebilmek için samuraylar gibi kılıçları kapıda bırakmayı öğreniriz umarım…
Bu güzel bilgiyi bizimle paylaştığın için teşekkür ederim. Örnek alınacak ne çok ritüel var…
Temel Bey merhaba,
Bu kadar fazla yorum takip ettiğim yazılarınızın herhangi birine çok uzun bir süredir gelmemiş olmasından hareketle, bu yazının konusunun bir çok insanın da rahatsızlığına parmak bastığını söylemek doğru olabilir. Aynı zamanda, sürekli ileriye olumlu bakan ve düzgün ifadeler kullanan yazılar yazan birisi olarak ben ilk defa bir yazınızda net bir hayal kırıklığı hissini okudum. Etkili yazınıza teşekkürlerimi ifade etmeliyim.
Asude Hanım’ın parmak bastığı konunun burada en kritik öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Gündelik hayatta insanlar yanındakinin yaşam haklarına ne derece saygılılar ki bu nezaketi onlardan iş yaşantısında bekliyoruz? Bu nezaketsizliği herhangi bir kuyrukta, trafikte, yolda yürürken, iş yerinde bir fikir ortaya atıldığında görmüyor muyuz? Bunu insanların kafalarının yoğunluğuna ne kadar bağlayabiliriz, burada multitasking bir gerekçe midir yoksa bahane midir?
Hiç kusura bakmayın; bir toplantıda konuşan insana odaklanmıyor olmanın geçerli bir nedeni olamaz, hele ki bu bir seminerse.
Son olarak, listeye ben de ekleme yapmak isterim:
– Toplantı salonuna giriş yapan ya da söz alan kişi diğer katılımcıları selamladıktan sonra, uygun bir şekilde mümkünse kendini tanıtmalıdır.
– Toplantıyı bölmek için geçerli bir sebebi olduğuna inanan kişi, bu gerekçesini katılımcılarla paylaşmalıdır.
Kendi yazdıklarıma baktım da, insanların yakın çevresiyle iletişim halinde olmayışına ne kadar çok vurgu yapmışım.
Teknolojinin de hızlandırdığı (aslında resmileştirdiği, çünkü eskiden toplantı odasından çıkmak için iyi bir bahaneniz olmalıydı ve geri gelmeniz beklenirdi) bu olayın belki de tetikleyicilerinden birisi, çoğu toplantılar hakkında sahip olunan gizli inanç; verimsiz ve boşa harcanan zaman= bu durumda verimli şekilde doldurmak gerekli
toplantıların iyi modere edilmesi gerekiyor, eğer bu moderasyonu kimse sahiplenmiyorsa ya da iyi yapılmıyorsa katılımcılar bir yerden sonra zihnen ya da bahanelerle bedenen kaçmayı arzuluyorlar, cep telefonları ve bilgisayarlar multi-tasking görüntüsü altında işyerinin de onayladığı bir formatta bu kaçış arzusunu yansıtıyor ve çözümü…
belki de bu kişiler için asıl soru "yaptığım işi ne kadar seviyorum?" dur… insan gerçekten sevdiği kişi, durum, mekan içinde zamanın kısalmasını değil uzamasını arzular. Ve eğer sevdiğinizden gözünüzü kaçırıp cep telefonunuza yöneltiyorsanız sık sık sevginizin neden kaçtığını sorun kendinize…
Bu Çağın Görgü Kuralları’nı bir arada toplamak adına Temel Aksoy’un Facebook ve Twitter hesaplarından gelen yorumları da burada paylaşmak isteriz:
*Mehmet Sinan Egemen (@msinanegemen): Temel Hocam, bunu çok önemli bir konu olarak görüyorum. Değerlendirmeleriniz çok yerinde. Bu yazı için size teşekkür ederim.
*Z.K.C (@alemizeynep): Geldiğimiz son noktada,yaş ort.28-29 olduğu MBA’de hoca “arkadaşlar ajansımıza teşekkür etmeyi unutmayalım” deme gereği duyuyor.
*Ali Kemal Ergelen (@alikemalergelen): inanılmaz bir bilgi trafiği var sudan çıkmış balık gibi yiz . #internet ve #sanalortam kültürümüz oluşması çok zamanalacak. Yazı çok iyi olmuş. kanamaya başlayan bir yaraya… genel görgüye teknoloji entegresi sorunu çözer. Biz bu konuda kendisine yeni ayakkabı alınan bir çocuğun gece ayakkabıları ile yatması gibi davranıyoruz. #ekultur #sosyalmedya #esosyalpiskoloji
*Burak Erpehlivan (@BurakErpehlivan): ‘Yeni normalin’ iletişim araçlarının en basında gelen maillerde kullanılan dile özen gösterilmeli
*Said İşbilir (@saidisbilir) : Sanal olarak bile organize edilen toplantılara geç kalınıyor. Bence toplantıya geç kalmamak hala önemli bir görgü kuralı.
Mahremiyet kavramı teknolojik gelişmeleri dikkate alarak yeniden tanımlanmalı ki görgü kurallarını daha sağlıklı oluşturabilelim
Ayrıca toplantıyı kahve kültürü ile birlikte sohbet etmek için kullanmamak gerekir diye düşünüyorum.
*Seray Nasırlı: Toplantı için bir araya gelindiyse, konuşurken karşıdakinin yüzüne bakmak, ilgiyi ona vermek gerekir (Yüz yüze iletişim adı üstünde).
Yudum Kaymak – Temel Aksoy’un Asistanı
Kesinlikle yazdıklarınızın hepsine katılıyorum. Harvard Business Review’da okuduğum ve faydalı olacağını düşündüğüm iki yazıyı da aşağıda paylaşıyorum.
Multitasking’in götürülerini çok güzel ve keyifli şekilde paylaşmışlar.
You can’t multitask, so stop trying – http://blogs.hbr.org/cs/2010/12/you_cant_multi-task_so_stop_tr.html
How (and why) to stop multitasking – http://blogs.hbr.org/bregman/2010/05/how-and-why-to-stop-multitaski.html
İki ekleme de benden
– "Anladın mı" denilmesi !!
– Daha flat organizasyonlara doğru giden bir trend ortamında halen hiyerarşik tavırlarda direnmek.
Sevgili Temel,
Yazdiklarinin her satirina katiliyorum.
-Olmak- degil de,sadece -Yapmak-odakli oldukca,
nezaket,cocuklar,es’ler,arkadaslar onemini kaybediyor.
Gozgoze olmayi bilen cocuklar yetistirmeyi
becermek umidi ile..!
sevgiler,
Sebnem Oncel.
Toplantıdayken, arayan kişi nezaketen "müsait değilim, sonra arayayım" demenize rağmen "çok kısa anlatayım" deyip sizi meşgul etmemesi gerekir. Diyeceksiniz ki, madem toplantıdasın niye açıyorsun? Bazı durumlarda açmanız ve bilgi vermeniz gerekebiliyor, yoksa karşı tarafta ulaşamadım-işimle ilgilenilmiyor düşüncesi doğabiliyor, bu yüzden…
3. maddeyi şöyle düzeltsek daha mı iyi olur?
Toplantılarda kişinin fizen ve ruhen katılımı, dolayısıyla toplantıya konsantre olmaları beklenir. Ancak bu koşullar altında toplantı katılımcılarından maksimum verim elde edilebilir. Bu tanımın kabul edilmesi, katılımcıların toplantı dışında herhangi bir aktivite yürütümesini (iş ya da cep telefonuyla çok kısa süreli tek bir görüşme dahil) reddetmesi anlamına gelir. Özet olarak, toplantıda sadece toplantı yapılır.
Bunun dışında bir ekleme:
4. Sosyal yaşamımızda bir tiyatro ya da konsere geç kaldığımız zaman ara verilene kadar salona giremeyiz. Bunun temel sebebi sanatçıların ve seyircilerin konsantrasyonunu bozmamaktır. Buradan hareketle, toplantılar tam zamanında başlamalı, geciken kişilerin toplantıya girmesine izin verilmemelidir.
Teşekkürler
Tanjan Özbilgi, Salih Madra, Rıdvan Özgür beylerin tüm söylediklerine katılıyorum… Çaışan insanımızın hangi seviye de aile terbiyesi aldığına bakmak bence en başta atlanılan konu… Kendi ailelerinde dinlemesini bilmeyen ebeveynlerle yetişen bir toplum var önümüzde… Hani çalışan, sürekli meşgul olan çocuklarına dadılarla baktıran sonrada biz çocuk büyüttük diyen…
Bence durum daha da kötüye gidecek…
Modernleşmeyle terbiyesizleşmeyi birbiriyle paralel götüren insanlar olundu maalesef….
Karşısında bulunan insan herne sebeple olursa olsun o kişiye bir konuda sunumda bulunuyor veya konuşma yapıyorsa gözünün içine baka baka dinlemesini bilecek…
Aksi yapılan her hareket benim nezdimde cahillik ve karşısındakine değer vermemektir… Bunun da hiç bir mazereti olamaz…
Öyle güzel ve önemli bir konuya değinmişsiniz ki yazacak o kadar çok şey varki…
Saygılarımla,
Asude DABAN
Çevresindeki kişilerle konuşarak konu ile alakasız noktalarda çerveyi rahatsız edecek şekilde tepkiler verilmemeli.
Temelcim,
Gene çok ilginç bir konuya değinmişsin.Ben senin gibi uzun zamandır rahatsızlık duyuyorum ”yeni görgü” kurallarından(sızlıklarından). Yeni dönemde yapılmamasına dikkat edilebilecek aklıma ilk gelen bazı davranılar:
*Randevulara ve toplantılara gecikme,kendi önemli kişi olduğundan bekletmeyi olağan sayma
*Randevu almış birini ofisinde kabul ettikten sonra sekreter aracılıyla gelen mesaj,telefon,çat kapı girilmesine müsaade etme(genelde üst düzey bankacılar yapar)
Dönüşümde görüşmek üzere.
Sevgiler.
Salih
Merhabalar,
1.Buradaki asıl sorun seminer katılımcılarının o semineri almaya nekadar istekli olduklarıdır. Gerçekten isteyerek ceplerinden para vererek o seminere gelselerdi mutlaka can kulağıyla dinlerlerdi. Anlattıklarınız, dinleyicilerin kendi seçimi olmayan bir eğitimi aldıkları izlenimini yarattı bende.
2.Diğer unsur ise kişiler artık bilmek öğrenmek istemiyorlar, sadece genel bir fikir sahibi olmak ve konusu açıldığında 2 cümle edebilmek istiyorlar artık, derinlemesine bilgiler onları sıkıyor. Bilgiyi twiter seviyesinde almak yetiyor. 240 harf…
3.Bir teksten okunabilecek bilgilere artık itibar edilmiyor. Eğitimciler daha yaratıcı, tiyatrosal hale getirmeli ki izlyebilsin. Malesef karşınızda 5 yaşında dikkati dağınık çocuk varmış ve ona sunum yapıyormuşsunuz gibi davranmak gerekmektedir günümüzde…
4. Temel Bey, siz alınganlık yapıp parasıylada olsa bu bilgileri bu şekilde veremeyeceğinizi söyleyebilirdiniz. Ancak genede bir kaç cümle bile öğrenseler kârdır demişsiniz muhtemelen… Ben olsam bu şekilde eğitim veremeyeceğimi belirtir ve o alanı terk ederdim.
Akşam beyaz ekrana yapışıp dizi izleyen, ya da sevdikleri maçı izlerken başka işle meşgul olamayan aynı insanlar konu işe ve eğitime gelimce zamanları değerli olmaya başlıyor…