Ben araştırma mesleğini çok hata yapmam sayesinde öğrendim. Hata yapma özgürlüğüm olmasaydı kesinlikle bu kadar yol kat edemezdim. Üstelik bu hataları müşterilerimle paylaşarak ilerledim. Bu şeffaf davranışım, müşterilerimde kızgınlık yerine güven oluşturdu. Bunu fark ettikten sonra kendime güvenim daha da arttı.
Daha sonra çalışma arkadaşlarımın yaptıkları hataları, çok değerli bir fırsat olarak görüp, bunları şirketin bütün çalışanlarıyla paylaşmalarını istedim. Hatayı yapanı suçlamak yerine hataya neden olan süreçleri iyileştirmeye odaklandık. Zamanla hata yapmanın değil, hatayı gizlemenin “ayıp” olduğu bir anlayışı benimsedik. Bu tutumumuz, birlikte öğrenmeye dayalı bir ortamın oluşmasını sağladı. (Araştırmacılığı 10 yıl önce bırakarak, danışmanlığa başladım.)
Hata yapmadan öğrenmek neredeyse mümkün değil. Çocukların ilkokul öncesi yaşlarda hızlı öğrenmelerinin en önemli nedeni hata yapmaktan korkmamalarıdır. Büyüdükçe sosyal kaygılarımız, statü endişemiz artar ve “karizmayı çizdirmekten” eleştirilmekten korkar oluruz. (Alain de Botton) Hata yapma endişesiyle kendimizi bastırıp deneme güdümüzü törpüler, kendimizi kilitleriz.
Oysa Michael Jordan’ın “Failure” isimli Nike reklâmında “Defalarca yenildim, bu yüzden başardım.” dediği gibi, ancak hata yapıp yenildikten sonra başarabiliriz.
Hata yapma oranı yüksek şirketler daha çok inovasyon yaparlar çünkü çok hata demek, çok denemiş olmak demektir.
IBM’in kurucusu Tom Watson, IBM’i kurduğu ilk yıllarda, “başarılı çalışmalara imza atmak için, yaptıkları hataları ikiye katlamaları gerektiğini söylemişti. Watson’nun kendisine bağlı bir yöneticisinin önemli bir hatası karşısında “Hata yapan yöneticimi işten atacak kadar zengin değilim. Her hata bir tecrübedir. Biz de bu kez çok pahalı bir ders aldık.” demesi kurumsal dünyada kulaktan kulağa yayılmış bir efsanedir.
Hatayı hoş görmeyen şirketlerde herkes en kestirme ve en bildik yoldan iş yapar. Kimse yeni bir yol denemeye cesaret edemez. Kimsenin inisiyatif kullanmadığı şirketlerde “Evet, efendim.” diyen çalışanlar çoğalmaya başlar. Öğrenen ve birlikte yaratan bir şirket kültürü yerine “itaat kültürü” yerleşir.
Bugünün sert rekabet ortamında, şirketi değişen zamana uydurabilmek için hatalara hoşgörüyle yaklaşan ve öğrenmeyi bilen akıllı organizasyonlar kurmamız gerekiyor.
Hatalara hoşgörüyle yaklaşan bir sistem kurmak için suçlu-arama kültürünü (blame culture) ortadan kaldırmalıyız. Bir şirkette kimin suçlu olduğunun hiç ama hiç önemi yoktur. Bir hata yapılmışsa o hatanın bir daha yapılmamasını sağlamak gerekir.
Suçlu aramak yerine yapılan hataların neden ve nasıl oluştuğunu analiz etmeliyiz (Root-cause analysis). Bunların bir daha tekrarlanmaması için, hataya neden olan temel sebebi ortadan kaldırmalıyız ve ilgili iş sürecini yeniden yazmalıyız. Mesela Toyota ‘da, hatanın kök nedenlerini bulana kadar beş kez “Neden?” diye sormak, her cevabı tekrar irdeleyerek bunun nedenini anlamak üzerine kurulu bir yöntem uygulanır.
3M firmasında Post-it‘ler bir hata sonucu bulunmuştur. Çok güçlü bir yapışkan icat edilmek istenirken tam aksine en zayıf yapıştırıcı icat edilmiştir. 3M şirketi, eğer ArGe ekibini hatasından dolayı cezalandırsaydı bugün Post-it hayatımızda olmayacaktı.
Viagra ve teflon gibi daha birçok ürün hatalardan doğmuş başarı öyküleridir.
Poşetsiz elektrikli süpürgeyi icat eden James Dyson da, bu buluşundan önce 5.127 adet prototip yaptı ve her denemesinden bir şeyler öğrenerek elektrik süpürgesi sektöründe rekabetin yönünü değiştirdi.
Yapılan hataları fırsata dönüştürmek ve bu hatalardan öğrenen organizasyonlar yaratmak, cesaret ve kararlılık ister. Hatadan korkup risk almamak yerine, hata yapma pahasına risk alma ve hatalardan öğrenme kültürü geliştirmeliyiz.
WalMart’ın kurucusu Sam Walton’un dediği gibi kendimizi o kadar da ciddiye almayı bir tarafa bırakıp, hatalarımıza gülmeyi de öğrenmeliyiz. Hata yaptığımızda önce “kendimizle dalga geçmeyi” başarıp, sonra hatayı analiz edip, bu hatayı bir daha hiç yapmayacağımız önlemler almalıyız.
Not: 30 Haziran 2009 tarihinde yayınladığım bu yazıyı güncelleyerek yeniden yazdım.
Konuyla İlgili Makale ve Linkler
- Mükemmelliyetçilik- Perfectionalism
- Root Cause Analysis
- Five Whys
- Case Study: 2009 Financial Crisis Root-Cause Analysis
- Root-Cause Analysis Tools
- Michael Jordan - Failure Advertisement
- Melissa Jackson, “Why Perfect is not Always Best”, BBC Article
- Failure Acceptance: Oxo Learning From Mistakes, Fast Company Article
merhaba, yazınızın bütününü istifade edici ve değerli buluyorum. Bir kaç noktaya aşağıda belirttiğim üzere yorum katmak istedim.
• Yazınızda “hata yapma” kavramı metafor haline getirilmiş. Yani başarılı olmak için hata yapılması gerekiyor gibi bir anlatım var. Halbuki insan hatalarından ders alıp doğruyu bulmalı dese hatayı ihtimal dahilinde, yani olmazsa olmazdan çıkarmış olur.
• Bunun yanında “kişinin” yaptığı hatayı anlatması ve herkesle paylaşılması doğru bir yaklaşım değil. Bunun yerine yapılan hatanın kişiden bağımsız bir şekilde “bir olay” olarak ele alınıp üzerinde değerlendirme yapılması gerektiğini düşünüyorum. Yapılan hatanın bir olay olarak ele alınıp şirket ve çalışanların gelişimi açısından değerlendirilmesi doğru bir yaklaşım olsa da bunun müşteriler ile paylaşılmasının müşterilere artı bir değer katacağını, hele hele firmaya olan güven duygusunu geliştireceğini düşünmüyorum. Müşteri sürece fayda-maliyet ilişkisi olarak bakacaktır. Bu da sizin düzeltmiş olduğunuz hatalı tespitlerinizi onunla paylaşmanızı gereksiz kılmaktadır.
• Her iş hata yapma yada sürekli hatalardan ders alma lüksüne sahip değildir.
• Hata yapma sıklığı ve hatanın büyüklüğü kişiden kişiye değişir. Hata yapmayı bu kadar serbest hale getirilmesi her insanın eşit olduğu yada her insanın kendini geliştirebileceği yada her insanın aynı kaliteye erişebileceği manalarına gelebilir ki, bu da insanların zekalarını ve geçmiş birikimlerini yok saymak anlamına gelebilir.
Başarılarınızın devamını diliyorum, iyi çalışmalar
Sanıyorum bu sorunun kaynağı bir çok insanın istediği ve keyif aldığı işi yapmıyor olması.
Bu onları yaptığı işe tutkuyla bağlı olmayan, ortalamayla tatmin olan insanlar haline getiriyor..
Neticede kimse sınırları zorlamanın, tekrar tekrar denemenin, bir yenilik getirmenin peşinde olmuyor.
Öyle olanlar da mevcut düzen içerisinde hızla törpüleniyor.
Umarım öngörüleriniz kısa sürede uygulama bulur…
Temel bey yazım uslubunuzu çok begendim. Eğitici yazılarınızın devamını bekliyorum.
Korku kültürü; ” Gün geçtikçe daha baskılı bir hiyerarşi yapısına giriyoruz “
Temel Bey,
“Iyi” (?) edebiyat, resim, sinema, vb sanat ürünleri de, ortaya çıkıs süreci sanatçı için acılı olsa da, yapılmıs hatalardan ortak akıl üretmenin en keyif veren araçları ve her türlü egitim / arama çalısmasında verimli sonuçlar verebilir, denenmelidir.
Çocuklar konusunda yazdıklarınıza katılıyorum. Onlar 5 degil, 500 kez “neden?” diye soran bir zihinle geliyorlar anne-baba ve yakın çevrelerinin yasamlarına ve okullarımıza, biz yetiskinlerse “sus bakayım, çok soru sorma, sen ödevini / yemegini / odanı toplamayı bitir” diyoruz. “Sorgulama” egitimi, ögretim programlarımızın janjanlı terimlerinden birisi olarak kalıyor simdilik.
Sosyal sorumluluk projelerinize, ögretmen egitimini de katıyorsunuzdur beklentisindeyim, söyleyecek sözü olan ve bu sozlerin gelecege de iletilmesini dileyen herkesin egitim felsefe ve uygulamalarının gelisimine zaman ayırması gerektigi inancındayım. Ilginizi çekebilir: http://www.icpic.org/
Aklınıza, paylasımcılıgınıza saglık. Hep yeni pencereler açıyorsunuz. Sagolun.
Öğretmen eğitimi konusunu hem çok önemsiyorum hem de çok akıllı bir girişim olarak değerlendiriyorum. Sadece öğretmen eğitimi değil bilgisayar ve internet teknolojilerinin de bizim ülkemizdeki eğitim seviyesini çok yükselteceğine inanıyorum.
Geçtiğimiz aylarda Akbank, Milli Eğitim Bakanlığı’yla bir protokol imzaladı. Öğretmenlerin eğitimine destek olacaklar. Büyük bir proje olduğunu tahmin ediyorum. Bizim ülkemizde internetin eğitimde kullanılması Avrupa ülkelerinden daha ileride ama maalesef ülkemizin nüfusu o kadar büyük ki, yapılanlar yetmiyor. Önerdiğin siteyi inceleyeceğim.
Teşekkürler.
Temel
Temel Bey,
“Korku Kütürü” başlıklı yazınızda değindiğiniz gibi, bugün ki şirketlerin genelinde; gördüğüm, duyduğum ve yaşadığım kadarıyla hatalardan ders çıkartmak yönünde adımlar atmak yerine; yöneticiler, çalışanları korkutarak bir başarı sağlamayı tercih ediyorlar. Onların bu davranışları kısa dönemde çalışanları çok fazla etkilemese, o hata o an çözülse bile uzun dönemde çalışanların işyerlerine olan bağlılıklarında, üstlerinde duydukları saygı ve sevgide, çalışma azimlerinde önemli hasarlar meydana getiriyor. Türkiye’nin özellikle ekonomik durumunun apaçık ortada olması insanlarda işsiz kalmak korkusunuda yaratıyor ve bu bireyler çalıştıkları şirketlerde tercih etmedikleri bir kültürü yaşamak zorunda bırakıyorlar kendilerini. Sahip olduklarını kaybetmemeleri olgusu en azından bir işimiz var düşüncesiyle paralel bir seyir izliyor. Bireyler sabahları güne “of” diye başlamak zorunda kalıyorlar. “Mutsuzlar ama zorundalar” Oysa dediğiniz gibi hataları derinlemesine incelemeyi başarıp sorunu derinlemesine çözmeye çalışan yöneticiler çoğunlukta olsa, eminim daha sadık çalışanların, çalıştıkları şirkete gönülden bağlı olan bireylerin sayısı artacak. Bu bağlılık şirketleri daha da büyütecek, düşük performanslar ile çalışan bireyler performanslarını çok daha yükseklere çekebilecekler. Bir çok insanın çalışmak zorunda olduğu aşikar ama hem zorunda olmak hem de mutsuz olmak bir araya gelince “of”lar la dolu bir iş hayatı çıkıyor karşımıza.
Üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bir tırnak içi: “Ortak akıl üretmek”
Yazılarınız nefes aldırtıyor bizlere…
Sevgilerimle.
Söylemek istediğim, üretim biçimi yani servet yaratma biçimi değişiyor. Bu değişime ayak uydurmak ancak olup biteni anlama çabası göstererek olur diye düşünüyorum. Biz istemesek de ekonomik zorunluluklar bizim düşüncelerimizi, davranışlarımızı, şirket yapılarını değiştirecek. Sadece biraz daha fazla “anlama çabası gösterenler” diğerlerinden daha önce değişecek ve üstünlük sağlayacak.
İyimserliğimizi koruyup, değişime gönüllü olmak gerekir.
Sevgiler.
Temel
“Hayat, başarısız girişimlerimizin getirdiği başarı hikayeleriyle doludur.” Uzun zamandır, bir “internet reklam” firması ortağı olarak eksiklerimi gidermek adına yönetimsel, kişisel gelişim, pazarlama konuları içeren kitapları inceliyorum ve bunlardan özellikle Zig Ziglar’ın “Zirveye Çıkan Basamaklar” adlı kitabında başarısız girişimlere duyulan ihtiyacın önemini vurgulayan başarılı kişilerden alınmış demeçler yer alıyor.
Aynı şekilde Mehmet Akif Çakırer’in “Lider Girişimcinin Yol Haritası” adlı kitabında da iyi bir lider girişimcinin yapılan hatalardan elde edilen doğruların, başarı yolundaki olumlu etkilerinden bahsedilmektedir.
Gerçek şu ki sizinde dediğiniz gibi “Karizmayı çizdirmek” pahasınada olsa denemekten kaçınmamak gerek.