Siz karar alırken mantığınıza mı yoksa duygularınıza mı güvenirsiniz? Doğru karar almak için sadece mantık yeterli midir? Neden büyükler “Akıllı ol.” diye nasihat ederler de “Duygulu ol.” demezler?
Duygular hiç mi güvenilmezdir?
Descartes “Yöntem Üzerine Konuşmalar” kitabını, insanın aklını kullanarak bilimsel doğrulara ulaşabileceğini kanıtlamak için yazmıştır. Descartes’ın bu kitabı Aydınlanma Çağı’nın başlangıcı olarak kabul edilir. Aydınlanma dönemi bugün nimetlerinden yararlandığımız tıbbın ve mühendisliğin gelişmesini sağladı. Bugün insan olarak sahip olduğumuz bütün medeniyet ve ayrıcalıklar aydınlanma çağı sayesinde gelişen bilim dalları sayesindedir.
Fakat aydınlanma çağı mantığın temelleri üzerinde yükselirken insana büyük bir haksızlık yaptı. İnsanın duygularını ve sezgilerini yok sayan bir yaklaşım benimsedi. Akıl çağı, insanın mantıksal bir varlık olduğunu tartışılmaz “tek doğru” olarak dayattı. Weber’in dediği gibi insanlığı “demir bir kafese” sokmaya çalıştı.
Oysa insan ne tamamen duygudan ne de tamamen mantıktan ibarettir. İnsanın duygulanması için de mantık yürütmesi gerekir çünkü insanın duyguları kendiliğinden oluşmaz. Biz ancak bir olayın sonuçlarını düşünüp değerlendirdiğimizde, olası sonuçlar bizim için bir anlam ifade ediyorsa duygulanırız. Sonuçlarına kayıtsız kalacağımız olaylar bizi hiç duygulandırmaz. Bizim öfke, endişe, kıskançlık, utanma gibi duygularımızın arkasında hep aynı kalıp vardır. Önce durumu kavrar sonra olası sonucu düşünür ve duygularımız bu olası sonuçlar üzerinde oluşur. Lazarus’ların (Richard & Bernize Lazarus) dediği gibi “Duygularımızın mantığı vardır.”
Sevdiğimiz birisi bir başkasına ilgi gösterdiği zaman kıskanırız; çünkü sevdiğimiz insanın bize olan ilgisinin eskisi gibi olmayacağını düşünürüz. Böyle bir durumda da hem kendi gözümüzde hem de başkalarının gözünde değerimizin azalacağını düşünerek duygulanırız. Kullandığımız mantık bizim kıskançlık duygumuzun ortaya çıkmasına neden olur.
Aydınlanma çağının insanlığın üzerine yapıştırdığı “İnsan akılcıdır, insan rasyoneldir.” damgası insan doğasını göz ardı eden bir düşüncedir. Antonio Damasio’nun dediği gibi bu anlayış, Descartes’ın yanılgısıdır.
Uzun zamandan beri sol beynimizin konuşma, sayısal işlemler ve analiz gibi konularda yetkin olduğunu; sağ beynimizin ise duygular, renkler, boyutlar ve sentez konularında yetkin olduğunu biliyoruz. İki lop arasında yoğun sinir liflerinden oluşan köprünün ise insan beynin sürekli bilgi alışverişi yapmasını sağladığını da biliyoruz. Bu bilgi alışverişi sayesinde insan mantık yürütürken duygularından yararlanır; duygulanırken de mantığını kullanır.
İnsan bazı durumlarda o kadar hızlı karar alır ki bu kararı alırken mantığını kullanmaya zaman bulamaz. Tehlike anlarında insanın aldığı hiçbir karar mantıkla alınmış karar değildir. İnsan tehlike anlarında sezgilerini ve duygularını kullanarak karar alır. Bu yöntemle karar almak insanın hayatta kalmasını sağlayan büyük bir avantajdır.
Daniel Kahneman’ın Hızlı ve Yavaş Düşünmek kitabında açıkladığı gibi insanın mantığını kullanarak karar alması, sezgileriyle karar almasına kıyasla çok yavaştır. İnsan beyni, tehlike anlarında durumu inceleyip seçenekleri değerlendirerek mantıklı bir karar almaya programlı olsaydı iş işten geçmiş olurdu; hayatta kalamazdı. Sezgilerimizin gücü, bize atalarımızdan kalmış bir mirastır. Atalarımız tehlikeli ve acil durumlarda düşünmek için zaman harcamak zorunda kalsalardı vahşi hayvanlara yem olurlardı, biz de hayatta olamazdık.
Özel ilişkilerimizde, iş ilişkilerimizde ve satın alma davranışlarımızda aldığımız bütün kararların içinde sezgilerimiz ve duygularımız vardır ama bunlar boşlukta, rastgele oluşan duygular değildir. Hepsinin bir çerçevesi, bir mantığı vardır. Mesela bir insanın öfkelenmesi sadece ilkel bir duygunun sergilenmesi değildir. İnsan ancak haksızlığa uğradığını ya da sonucunda zarar göreceğini düşündüğü zaman öfkelenir. Yoksa hiç kimse “üzerine alınmadığı” bir duruma öfkelenmez. Bizim öfkemiz durup dururken oluşmaz. Öfkelenmek elbette bir duygudur ama bu duygunun temelinde sağlam bir mantık vardır.
Olası sonuçlarına anlam yüklemediğimiz hiçbir durumda duygularımız harekete geçmez. Bu nedenle duygularımız ve mantığımız birbirinin alternatifi değil, birbirlerini tamamlayan bir bütündür. Duygularımızın ve mantığımızın birlikteliği ne kadar güçlü olursa aldığımız kararlar o kadar etkili olur.
Bazı satın alma kararlarında duygularımız daha yoğun rol alırken bazılarında mantığımız ön plana çıkar. Toplum içindeki kimliğimizi ilgilendiren ürünler hakkında karar alırken duygularımız ön plana çıkar. Araba, saat, giysi, çanta gibi bizim kim olduğumuz hakkında etrafımıza bilgi veren ürünleri seçerken duygularımız etkin olarak devreye girer. Bir kadının kendine çanta alırken içine girdiği ruh haliyle süper marketten deterjan alırken içine girdiği ruh hali farklıdır.
Tüketim kararlarımızın çoğunda duygularımızı harekete geçirdiğimiz için markaların yaptıkları reklamların duygular üzerine inşa edilmesi gerekir. Ama aynı zamanda insanın her kararının bir mantığı olması gerektiğinden, reklamların insanın mantığına da hitap etmesi gerekir.
Bir yanıt yazın