İnsanın duyguları hakkında bugün eskiye kıyasla daha bilgiliyiz.
1990’lı yıllarda, önce Seiji Ogawa ve sonrasında ise Kenneth Kwong’un çalışmalarıyla fMRI teknolojisi sayesinde insan beyninin bir şeyi düşünürken veya hissederken, hangi bölgelerinin faaliyete geçtiği, renkli görüntülerle saptanabilir hale geldi. fMRI teknolojisi beynimizin faaliyetlerini izlenebilir kıldı. Milyonlarca yıldır kapalı bir kutu olan insan beyni canlı yayında gözlenir oldu. Astronomi için teleskop neyse, fMRI teknolojisi de beyin araştırmaları için aynı şeydir.
Bu teknoloji sayesinde bilim insanları, insanın karar alırken mantık kadar duygularından da yararlandığını hatta çoğu kez tamamen duygusal karar aldığını öğrendiler.
İnsan duygularının en önemli özellikleri şunlardır:
Duygular birincildir. Mantığımızı kullanarak aldığımızı sandığımız kararlar çoğu kez, sadece söz konusu seçenekten hoşlandığımız için aldığımız kararlardır. Hoşlanmak gibi son derece sade ve yalın ama tamamen duygusal bir neden, yaptığımız seçimlerin ardındaki asıl nedendir ve bu durum fMRI testleriyle kanıtlanmıştır.
Fakat bu seçimi hangi nedenle yaptığı sorulduğunda herkes, mantıksal açıklamalar öne sürer. Seçimlerimiz duygusal ama söz konusu seçimimizle ilgili yaptığımız açıklamalar mantıksaldır. Daniel Kahneman’ın dediği gibi “Duygularımız başkan; mantığımız basın sözcüsüdür.”
Pazarlama araştırmalarının esas zorluğu da burada yatar: Tüketiciye neyi neden yaptığı sorusunu sormak yanıltıcı sonuçlar verir. Çünkü insan çoğu kez neyi neden yaptığını bilmez. Ayrıca insan verdiği her cevapta karşısındakine akıllı bir insan olduğu algısını yaratmak istediği için duygusal nedenlerle aldığı kararları mantıkla aldığını iddia eder. Bunun nedeni ise toplumun bize mantıklı olmanın güçlü; duygusal olmanın zayıf olduğu fikrini dayatmış olmasıdır. Antonio Damasio’nun dediği gibi, Descartes’ın “Düşünüyorum öyleyse varım.” fikrinin baskısı altında yaşarız. Oysa insan kararlarının ardında önce duygu sonra mantık vardır. Duygular birincildir.
Duygular evrenseldir. Duygusal tepkilerimiz, insanlığın ortak özellikleridir. 1970’lerde California Üniversitesi psikologlarından Paul Ekman, insan yüzündeki kırk üç mimik üzerinde araştırmalar yaparak (facial action coding system) insanın temel duygularının bütün toplumlarda ortak olduğunu kanıtladı.
Son Irak savaşında, bölgeye insani yardım götüren Amerikan askeri birliği Iraklı askerler tarafından sarılır ve Iraklı askerler, ateş açmak üzere silahlarını Amerikalılara doğrulturlar. Komutan bu yanlış anlaşılmayı düzeltmek ister ama hiçbir ortak dilin olmadığı bir ortamda ne yapması gerektiğini bilemez. Birden aklına şöyle bir fikir gelir: Askerlere döner ve “Diz Çök, Gülümse!” emrini verir. Bunun üzerine Iraklılar silahlarını indirirler. (War on Two Fronts, Chirstopher Huges). Yeryüzünde, yüz ifademizle duygularımızı anlatamayacağımız hiçbir topluluk yoktur.
Global markaların iletişimlerini temel insan duyguları üzerine kurmaları bu nedenledir. Disney karakterlerinin bizde uyandırdığı sevinç ve hayret duyguları Papua Yeni Ginelilerde de oluşur, İzlandalılarda da. Duygular evrenseldir.
Duygular kaçınılmazdır. Bize bir uyarı geldiğinde duygularımız harekete geçer. Bu kendiliğinden gelişen bir durumdur. Bir uyarıya karşı duygularımızın oluşmasını engelleyemeyiz. Yeteri dozda bir uyarı geldiğinde öfke veya sevinç duymamak elimizde değildir. Bizim ancak bu duyguyu dışa vurmamak konusunda bir çabamız olabilir ama duygunun oluşmasından kaçınamayız. Paul Ekman’ın vurguladığı altı temel duyguyu gizlemek mümkün değildir. Sevinç, üzüntü, öfke, korku, hayret, iğrenme duygularını, casuslar ve poker ustaları gibi bazı meslek erbabı insanlar gizleyebilse de bu 6 temel duyguyu insanlar gizleyemez, yüzlerinde oluşan ifadelerle dışa vururlar. Duygular kaçınılmaz ve gizlenemezdir.
Duygular geri döndürülemez. Bir durumu duygularımızla kavradıktan sonra arandan zaman geçse bile duygularımız, o durumla ilgili geçerliliğini korur. Biri sizi aldattığı zaman onu affetseniz bile unutmazsınız.
Yeni tanıştığımız bir insan hakkındaki ilk izlenimin de kalıcı olması aynı nedenledir. Aradan yıllar da geçse de o insan hakkındaki ilk değerlendirmeniz değişmez. Duygular kalıcı ve geri döndürülemezdir.
Duygular benliğe dokunur. Kişinin ilişkiye geçtiği insan, nesne veya olaylar onun ruh halini belirler. Bazı insanların yanında kendimizi iyi veya kötü hissederiz ama bunun nedenini tam olarak dile getiremeyiz. Bazı mekanlarda kendimizi rahat, güvende, huzurlu hisseder bazı mekanları ise en kısa zamanda terk etmek isteriz. Bazı eşyalar bize kendimizi iyi hissettirir. Bu eşya bir hırka olabileceği gibi bir koltuk ya da bir çay bardağı da olabilir.
Duygularımıza hitap eden bir insan, bir olay ya da bir nesne bizim benliğimize dokunur.
Duygular kolayca dile dökülemez. Mantık, sözle veya yazıyla anlatılabilir ama duyguların anlatılması kolay değildir. İletişimde öykü, drama, mizah gibi yaratıcı yöntemler kullanması mecburiyeti bu nedenledir.
İletişimin etkili olması için insanın duygularına hitap etmesi gerekir. İnsanın sol beynine hitap eden mantıksal iletişimi insanlar anlamazlar. Çocuklara verilen nasihatların etkisiz olması bu nedenledir.
Duygulara hitap etmeyen bir dil insanların anlamadığı bir dildir. Sadece rasyonel önermeler ile insanlara seslenmek onların anlamadığı bir dili konuşmak gibidir.
Sadece mantıksal konuşan bir markayı insanlar anlamazlar. O markayı aklında tutmazlar. Satın almazlar. İletişim dili duygu dilidir. Duygu olmadan iletişim olmaz.
Duygular kalıcıdır. Belirli bir koşulda hissettiklerimiz, o koşullar ortadan kalksa bile, kalıcılığını korur. Bir filmin konusunu unutabilirsiniz ama o filmin size yaşattığı duyguları unutmazsınız.
Maya Angelou’nun dediği gibi “İnsanlar ne söylediğinizi veya ne yaptığınızı unutabilirler ama onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar.”
Temel Bey merhaba. “İnsanın sol beynine hitap eden mantıksal iletişimi insanlar anlamazlar. Çocuklara verilen nasihatların etkisiz olması bu nedenledir.” ifadenizde belirtmiş olduğunuz “sol beyin” vurgunuz yanlış olmuş. Yapılan bilimsel çalışmalar böyle bir ayrımın (sağ beyin -sol beyin) olmadığını bunun bir mit olduğunu kanıtladı.
Yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum.
Selam ve saygılarımla.