Batı toplumları neden ilerledi? Batı toplumları, az gelişmiş toplumları sömürdükleri için mi refah toplumu oldular? Eğer bu doğruysa, neden Osmanlı İmparatorluğu benzer bir ilerleme gösteremedi?
Bazı bilim adamları toplumların gelişmesini; iklim, ırk gibi özelliklere bağlar. Mesela Almanya’nın coğrafyasının, ırkının, dinin ve mezhebinin Almanya’yı ilerleten etmenler olduğunu savunurlar. Ama bu açıklama doğru değildir. Eğer doğru olsaydı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ayrılan Batı Almanya ve Doğu Almanya’nın aynı ilerlemeyi göstermesi gerekirdi. Oysa birbirleriyle tıpa tıp aynı özelliklere sahip bu iki toplum, ayrıldıktan kırk beş yıl sonra birbirleriyle kıyaslanmayacak kadar farklı refah seviyelerine ulaştılar. Batı Almanya dünyanın en ileri medeniyetlerinden biri oldu ama Doğu Almanya eğitim ve sağlık alanları dışında vatandaşlarına kayda değer bir ekonomik refah sağlayamadı.
Peki bir toplum nasıl ilerler?
İktisat tarihçisi Niall Ferguson, refah toplumlarıyla geri kalmış toplumlar arasında farkların din, dil, ırk, coğrafya gibi etmenlerden değil; zihniyetten ve bu zihniyetin hayata geçirdiği çok önemli bazı uygulamalardan kaynaklandığını söyler.
Niall Ferguson, Batı toplumlarının ilerlemesini altı özellikle açıklar. Bu altı özelliğin hepsinin bir arada var olması, toplumun uygar olmasını sağlar ama bir tanesinin bile eksik olması, o toplumun medeniyetten uzaklaşmasına yeter.
1. Adil Rekabet: Bireylerin ve şirketlerin adil bir şekilde yarışmasını sağlayan kurallar koyarak “iyi olanın kazandığı” ortamlar yaratan toplumlar ilerler. Tersine, eğer bir toplum, yarışma ortamını kaldırıp ülkeyi yönetenlere yakın olanları teşvik ederse, toplum geriler ve fakirlik hâkim olur. Bir toplumda yarışma kültürünün yerleşmesi, en iyi olanın kazanacağına herkesin inanması, o toplumun ilerlemesini sağlar. Serbest yarışma ve serbest rekabet ortamı, o ülkenin hem gelişmesini hem de ülkenin kaynaklarını bireylere en adaletli dağılmasını sağlar. Bizim topraklarda ve genel olarak Orta Doğu’da, iyi olandan çok, yönetenlere yakın olan kazanır. Ama sonuçta kazanan bir avuç insan olur ve refah topluma yayılamaz.
2. Bilimin Üstünlüğü: Matbaanın icadından 18. yüzyılın sonuna kadar süren Aydınlanma çağında Batı toplumları; matematik, fizik, kimya, biyoloji ve astronomide büyük ilerlemeler kaydettiler. Daha önce Doğu’nun tekelinde olan Bilim, Avrupa’da gelişmeye başladı. Mühendislik bilimleri ve genel olarak pozitif bilimler Batı’nın ilerlemesine çok önemli katkı yaptı.
Aynı dönemde Osmanlı İmparatorluğu kendini bütün bu bilimsel gelişmelere kapadı. Matbaa, Osmanlı topraklarına 50 sene sonra geldi. Bilimsel devrimleri ıskalamak önce Osmanlı’ya sonra da Osmanlı’nın devamı olan Türkiye’ye çok büyük kayıplar yaşattı. Batı, Aydınlanma çağıyla başlayan dönemde akılcılığı yüceltirken bizim gibi toplumlar akılcılıktan uzaklaştı ve medeniyetin gerisinde kaldı.
3. Hukukun Üstünlüğü ve Mülkiyet Hakları: Batı toplumları kanun ve kurallar koyup bunlara istisnasız herkesin uymasını sağladıkları için ilerlediler. Geri kalmış toplumlarda ise imtiyazlı olanlar, rütbesi olanlar, iktidara yakın olanlar kanunlar önünde eşit değil, üstün oldular. Geri kalmış toplumlarda, polis ve mahkemeler, insanların sosyal statülerine göre farklı davrandı; bu toplumlar adaleti bir türlü tesis edemediler.
Geri kalmış ülkelerde kurallar, yönetmelikler hatta kanunlar herkese eşit değil, adamına göre uygulanır. “Muz Cumhuriyeti” sadece güney Amerika’daki bazı toplumlar için değil, bütün geri kalmış toplumlar için kullanılan bir deyimdir. Haklı olanın değil güçlü olanın kazandığı bu toplumlar medeniyetten uzaklaşır. Adaleti ortadan kaldırmak, adaleti adamına göre tesis etmek, toplum dengesini altüst eder. Hukukun üstünlüğünün hâkim olmadığı, adaletin sağlanmadığı toplumlar ilerleyemezler.
Batı toplumları sadece hukukun üstünlüğünü korumakla kalmayıp, mülkiyet haklarını da korudular. Daha çok çalışan, daha çok mal ve mülk sahibi oldu. Bu sahiplik yasalarla güvence altına alındı. Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri, sadece taşınmazları değil, fikri ve sınai hakları da yasalarla korudu. İnsanlar servet sahibi olmak için daha çok çalıştılar ve bu motivasyon Batı toplumlarının ilerlemesini sağladı.
Osmanlı toplumunda ise mülkiyet İmparatorluğa aitti. İnsanların daha çok çalışması ve biriktirmesi için bir neden yoktu. Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih sahnesinden çekildiği yıllarda, 20. Yüzyılın başlarında, bu sefer tamamen başka bir mantıkla, Sovyetler Birliği de sosyalist felsefenin gereği olarak vatandaşlarına mülkiyet hakkı vermedi. Sovyetler Birliği, halklarını çok iyi eğitmiş olsa da onlara çok iyi sağlık imkânı sağlamış olsa da, kurulmasından dağılmasına kadar geçen yetmiş yıllık sürede, Batı’nın çok gerisine düştü ve sosyalist kalkınma modelini terk etmek zorunda kaldı.
4. Modern Tıp: Batı toplumları tıbbı geliştirip, tıbbın bütün nimetlerinden yararlandılar. Hem ortalama insan ömrünü hem de hayat kalitesini artırdılar. Sağlıklı ve uzun ömürlü bir toplum sayesinde bilgi birikimlerini kendilerinden sonraki kuşaklara aktarabildiler. Modern tıp sayesinde, salgın hastalıklara karşı mücadele edebildiler. İnsanların maddi refahı kadar, bedensel ve ruhsal sağlıklarını da güvence altına aldılar.
5. Serbest Piyasa Ekonomisi: Her bireye sayısız seçenek sunan serbest piyasa sistemi, ekonominin ve finansal araçların gelişmesini sağladı. Tüketime dayalı hayat tarzı, Batı uygarlığının hem itici gücü hem de simgesi oldu. İnsanlar daha çok tüketmek için daha çok kazanmak zorunda kaldılar; daha çok kazanmak için daha çok çalıştılar. Bu düzen, ekonominin büyümesini ve toplumsal refahın artmasını sağladı.
6. İş Ahlakı: Gelişmiş toplumları diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerden birisi, çalışma kültürü ve iş ahlakıdır. Batı toplumları, daha çok çalışanı, daha çok üreteni, daha iyi performans göstereni yüceltti. İktidarla iyi ilişkiler kuranı değil, işini en doğru, en iyi yapanı yükseltti. Esnafından memuruna, patronundan işçisine kadar Batı toplumlarında her çalışan, işini iyi yaptığı ölçüde kazandı. Bu anlayış sayesinde Batı toplumlarının ekonomileri gelişti ve dünyanın en büyük ekonomileri oldu. Bir toplumun gelişmesi ancak çalışma arzusu duyan, işini iyi yapan, işinin hakkını veren, üretken insanlarla mümkün olur. Çalışmadan refah içinde bir hayat yaşamak mümkün değildir.
Batı Medeniyetleri seviyesine yükselmek, sadece Batılı gibi yaşamaktan ibaret değildir.
Bir toplum Batılı gibi giyinir, Batılı gibi yaşar, Batılı gibi tüketirse o toplumun medeni bir toplum olmaz. Keşke sadece tüketmek ve Batılı bir hayat tarzını benimsemekle medeni bir toplum seviyesine ulaşmak mümkün olsaydı.
Not: Bu yazıyı ilk kez 14 Ağustos 2018 tarihinde yayınladım.
Sorunun tüm cevaplarını Daron Acemoğlu nun “Dar Koridor” kitabında bulabilirsiniz”
Teşekkürler.
Ahmet Nuri Öz
Sevgili Hocam,
Bu Maraş depremi sonrası, bu harika yazınızı yeniden yayınlamayı düşünür müsünüz?
Ve özellikle reçetenizdeki “İş Ahlakı” başlığınıza şöyle ilavelerim olabilir mi..
Kapalıçarşı’da işim olduğu için Türkiye’nin her noktasından gelen esnaf ve tüketici ile temasım oluyor ve 30 yıllık tecrübemle şunu net söyleyebilirim; biz toplum olarak “para kazanmayı bilmiyoruz”.
Müşterinin farkında olamayacağı maliyet detaylarında sürekli hileler yaparak bir menfaat elde etme ve bunu normalleştirme anlayışı iş dünyamıza hakim olmuş. İnsan her şehirde benzer insan olduğu için, bu menfi durum sektör bazında da farketmiyor.
Örneğin malzemeden çalan ve ardından denetim firmalarından bu durumu geçirmek için “bahşiş” veren müteahhit ile pırlanta taşına olduğundan bir üst kalite taş sertifikası yazdırtan iş aklı benzerdir, hatta kardeş sayılır! Bazen “meslek yalanları” adında sulandırdığımız bu tür örnekleri her sektörde görebilirsiniz.
İş insanlarıyla bu konuda vicdani bir sohbete girildiğinde genelde ortaya çıkan görüş: “E, ama bunu herkes yapıyor. Başka türlü rekabet edemeyiz”. Dolayısıyla anormal olan bir durum normalleştiriliyor, bunu iş veren de çalışan da kabulleniyor bir süre sonra.
Peki tüketici tarafında, halkımız çok mu masum? Konut alım satımında daha az harç ödemek için emlak değerini düşük beyan eden veya bir işte sıkıştığında yine “bahşiş” ile, “tanıdık” ile işini çözen anlayış da, yukarıda örneklendirdiğim iş dünyamızın genelindeki anlayış ile “birebir kardeştir”.
Sadece son 2018 imar affına 10 milyonun üstünde vatandaşımızın başvuru yapması da sanırım bir şeyleri sadece iş dünyası seviyesinde değil, toplum olarak da yanlış yaptığımızı anlatıyor.
Özetinde, bu deprem tablosunun tek suçlusu müteahhitler, denetimciler, onları denetlemeyen belediyeler ve oy için sürekli af çıkaran devlet demek konuyu eksik değerlendirmektir. Esas sorunun kaynağı daha derindir. Bizler adil ve dürüst yoldan para kazanmayı henüz toplum olarak öğrenemedik. Para kazanmada, bahşiş alma ve vermede, vergi kaçırmada hileyi normalleştiren her bir birey, bu depremin sonuçlarında paya sahiptir. Bizler böyle olduğumuz için, inşaat sektörü ve yukarıda doğru ilgili tüm yönetim yapıları da böyledir.
Sonuç olarak, bu yazınızda bahsi geçen 6. maddeyi yani İş Ahlakını “Toplumun Para Kazanma Ahlakı” olarak genellemenin veya bunu ilave bir madde olarak eklemenin çok yanlış olmayacağını düşünüyorum.
Aslında bugün depremzedelere yardımlaşma örneğinde yaşadığımız gibi veya yüz yıllardır soykırım ve savaş nedeniyle göç eden insanları kabul etmede gösterdiğimiz gibi, belki de dünyanın en merhametli milletiyiz. Ama iş para kazanma kültürüne gelince sınıfta kalıyoruz.
Ülkemizin tarihi mirası, çok çeşitli alt toplumlardan oluşması ve halklarının genel olarak yokluktan gelmesi şu an için en büyük dezavantajımız. Ülkemizin sanayileşmeye başlayıp, halkın refahının artması bile sadece son 30- 40 senede oluşan kavramlar. Bu mozaik yapı, homojen bir toplum ahlakı ve kültürü oluşturmada en büyük engelimiz. Ama ABD, Kanada gibi göç alan bazı gelişmiş ülkeler genel bir toplum kültürü oluşturabilmişler.
Peki biz ülke olarak para kazanma kültürümüzü nasıl gelişmiş ülkeler standartlarına çıkartacağız. Gerçekten bir çözüm var mı?
Tabii ki ebeveynlere, eğitim sistemimize çocuklarımıza iyi ahlakı, evrensel doğru değerleri aşılamada büyük görev düşüyor.
Ama esas büyük görev yine devletin. Devlet ve otorite işte bunun için olmalı zaten.
2022 yılında yayınladığınız “Biz Neyi Yanlış Yapıyoruz?” yazınız deprem ile tekrar yüzleştiğimiz bu günlerde, üç yüz yıldır yapamadıklarımızı ve çözümlerini çok çarpıcı şekilde özetliyor. Henüz okumayanlara, özellikle tavsiye ediyorum.
Buradaki pek çok madde son üç yüz yıldır hala güncel. İbrahim Mütefferika’nın 1. Maddede bahsedilen “Kanunları Uygulamamak” hususunda devletimize büyük görevler düşüyor.
Ben uzun süre ailemle Dubai’de yaşadım. Yaşadığım ülkede trafik ve hayata ilişkin para cezaları nedeniyle onların sistemini kabul etmek zorunda kaldım. İnsanımız maalesef sadece cezadan anlıyor ve kendini öyle düzeltiyor. Yurtdışına seyahate gittiğimizde bile daha dikkatli, o ülkenin kurallarına göre hareket ediyoruz. Kapıkule’den girdiğimiz anda bu toplumun değerlerine geri dönüyoruz.
Özet olarak, devletimizin de kuralları uygulamada ve özellikle ceza noktasında daha otoriter noktasında olması gerekiyor. Oy ve nakit kaynak için çıkarılan aflar da, ülkemizi geri götürmesinin dışında ülke ahlakımıza büyük darbe vuruyor.
Bu hususlar o kadar önemli ki, “Kanunları Uygulama ve Ahlaki Değerlerimizi Geliştirme Bakanlığı” adı altında kulağa absürt gelen bir bakanlık bile açılsa, ülkemizin bu noktadaki eksiklerini kapamaya yetmeyebilir.
Sanırım bizlere düşen de, devletimizi yönetmeye aday kişiler üstünde, bu hususlar için daha fazla kamuoyu oluşturmamız gerekiyor. Daha yüksek ses ile ifade etmemiz, ama daha yapıcı, çözüm önerici diyalog içinde olmamız gerekiyor.
Saygılarımla
Nekadar güzel bir yzu yazdınız sayin abim. Sizin gibi is ahlakina ve gözlemci bı bilince sahip bı insanı daha yakından tanımak isterdim. Belli ki yillarin verdiği bilgi, birikim, deneyim, gozlem ve tecrubenizle sizden ogrenecigimiz cok sey var. Alkah sızın gibi is ahlaki taşıyan insanlari ulkemize kazandirsin
Öncelikle elinize sağlık! Sanırım burada toplum ve batı kısmının iyi tanımlanıp analiz edilmesi lazım. Amerika’da bir Batı tolumu ama Trump’ı başkan çıkardı. Almanya’da bir Batı toplumu ama Hitler gibi bir lider çıkardı. Gelişmeye açık toplumların ve bunların yapılarının iyi irdelenmesi lazım. Bu yapıda olmayan toplumlar kendi değer setlerini nasıl geliştirebilirler buna kafa yormamız lazım. Dönüşümün nasıl olması lazım? Aydın kesimin eğitim ve değerler yönünde çoook çalışması lazım. Sevgi ve saygılarımla,
Fotoğraf çekmek gibi, hayatın neresinde durduğunuz çektiğiniz fotoğrafın ne kadar bilinçli sevgi dolu anlamlı olduğunu belirliyor. Yaşamın kendisi bir mucize