Bir yetişkini çocuktan, aklı başında insanı bilinçsiz birisinden ayıran en temel özellik sorumluluk üstlenme ehliyetidir. Saint-Exupery “İnsan olmak her şeyden önce sorumlu olmaktır.” der. Sorumluluk, bir insanın davranışlarının sonuçlarını üstlenmesi demektir.
Sadece insanların değil, şirketlerin de sorumlulukları vardır. Şirketlerin varlık nedeni performans üretmek, sonuç almaktır. Şirketler, kaynakları en verimli şekilde kullanmak; en az maliyetle en fazla üretimi yapmak için çalışırlar.
Fakat performans hedefi sorumluluk bilinciyle dengelenmezse şirketler sağladıkları faydadan daha fazla zarar üretebilirler. Üretim yapan, insanlara iş sahası açan, tüketicilere ürün ve hizmet sunan, teknoloji geliştiren ve bütün bunları çok verimli bir şekilde yapan şirketler, eğer sorumluluk üstlenmezlerse, çok tehlikeli olabilirler.
Şirket dediğimiz makine, kısa dönemde en yüksek performansı elde etmeye programlıdır. Verimi ve karlılığı artırmak için şirketler, insan kaynağını en ucuz maliyetle kullanmak isterler; çevreyi korumak maliyetli olduğu için, üretim yaparken çevreyi kirletebilirler; maliyetleri azaltmak için insan sağlığına zarar verebilirler. Bu yüzden eğer şirketler kendi haline bırakılırsa topluma, çevreye hatta kendi geleceklerine bile zarar verebilirler.
Şirketlerin gelişmesi toplumun yararınadır; çünkü şirketlerin gelişmesi hem daha fazla insanın iş imkanına kavuşması hem de artan rekabet sayesinde ürün ve hizmetlerin ucuzlaması demektir. Şirketlerin gelişmesi ekonominin ve toplum refahının artması anlamına gelir. Ama şirketlerin ürün ve hizmet üretirken aynı zamanda uyması gereken kurallar ve üstlenmeleri gereken sorumluluklar vardır. Eğer şirketler bu sorumlulukları üstlenmezlerse topluma, çevreye ve kendi geleceklerine zarar verebilirler.
Bir işçinin hangi koşullarda çalıştırılacağı hangi haklara sahip olacağını yasalar belirler. Fakat sadece parlamentonun yasa çıkarması yetmez; şirketlerin yasalara uyması ve toplumun da şirketlerden hesap sorma bilincinde olması gerekir.
Bizim kültürümüzde yasalar kadar belki de yasalardan daha önemli olan şirket yöneticilerinin neyi ahlaklı neyi ahlaksız olarak gördükleridir. Toplumda sorumluluk bilincini yerleştiremezsek şirketlerin insana, topluma ve doğaya zarar vermelerini engelleyemeyiz. Eğer ülke olarak bu anlayışı yerleştiremezsek ne kadar kanun çıkartırsak çıkartalım yönetim kalitesini artıramayız.
Sorumluluk üstlenmek ve üstlendiği sorumluluğun hesabını vermek, insanın içinde yaşadığı kültürden öğrendiği bir davranıştır. Bazı kültürler sorumluk ve hesap vermeyi desteklerken bazıları hatayı başkalarına atmayı, başkalarını suçlamayı yüceltir. Bizim toplumumuz, sorumluluk üstlenmeyi ve hesap vermeyi yücelten bir kültür değil maalesef. Bizim kültürümüzde olumsuz bir durumla karşı karşıya kalındığında normal davranış, başkalarını ve elbette yetkilileri suçlamaktır.
Sorumluluk, insanın üstendiği görevlerde elinden gelenin en iyisini yapmaya ve gönüllü olarak hesap vermeye hazır olması demektir. Sorumluluk her şeyi kadere bağlama kolaycılığından sıyrılıp olgunlaşmak demektir. Bir şeyin kader olduğunu düşünüyorsak sorumluluğun bize ait olduğunu kabul etmiyoruz demektir.
Sorumluluktan kaçan ya da sorumluluk üstlenmeye korkan kişiler ister istemez ya başkalarına ya da koşullara bağımlı olurlar. Koşulların üzerine çıkıp hayatlarına yön veremezler. Sorumluluk almamak, koşullara teslim olmak, kendi hayatınla ilgili karar verme yetkisinden, dolayısıyla özgürlüğünden feragat etmek demektir.
Sorumluluk bilinci yaratma, Kurumsal Yönetişim anlayışının dört ana unsurundan en önemlisidir. Hesap verebilir, adil, şeffaf bir yönetim yaratmak başta sorumluluk bilincini yerleştirmekle mümkün olur.
Daha daha iyi, daha kaliteli ve daha güvenli bir hayat istiyorsak hepimizin bu ilkelere sahip çıkması gerekir. Teker teker hepimiz, şirketlerden ve siyasetçilerden sorumluluklarını üstlenmelerini, hesap vermeye gönüllü olmalarını, şeffaf ve adil düzenler kurmalarını talep etmeliyiz. Bu taleplerimizin takipçisi olmalıyız. Satın alma kararlarımızda, siyasi tercihlerimizde bu ilkeleri yerine getirenleri ödüllendirmeli; getirmeyenleri cezalandırmalıyız.
Konuyla İlgili Makale ve Linkler
- Victoria L. Crittenden, William F. Crittenden, “Corporate Governance in Emerging Economies: Understanding the Game”
- Michael E. Porter and Mark R. Kramer, “Strategy and Society: The Link Between Competitive Advantage and Corporate Social Responsibility”
- Michael E. Porter and Mark R. Kramer, “Strategy and Society: The Link Between Competitive Advantage and Corporate Social Responsibility”, HBR
- Kenneth N. Dayton, “Corporate Governance: The Other Side of the Coin”
- Redefining Corporate Social Responsibility Responsibility, HBR On Point
- İyi Yönetişim El Kitabı, Yayına Hazırlayan: Fikret Toksöz
- Responsibility, IEP
- “Freedom, Responsibility, and Agency”
- David Knights, Majella O'Leary “Leadership, Ethics and Responsibility to Others”
- Eddy Nahmias, “The Psychology of Free Will”, The Oxford Handbook on Philosophy of Psychology, ed. by Jesse Prinz
- Giancarlo Quaranta, “Knowledge, Responsibility and Culture: Food for Thought on Science Communication”
emeğinize sağlık
Sayın Aksoy merhaba, “Bireysellik Kavramı”na son yılların en önemli düşünsel özgürlüğüdür diye bakarken, “Kurumsallık Kavramı” ile bir araya gelerek, inanılmaz bir ikili oldular. “Neden Yazıyorum?”da bahsettiğiniz; “Değişimi anlamanın zor ve bizi yanıltan tarafı, ‘Yeni’ olanın Eski’nin içinde filizleniyor olmasından kaynaklanıyor…” diyerek, insan zihninin yolculuğuna da katkıda bulunuyorsunuz. Evet, çok haklısınız. İnsan, kendine, -aklını kullanarak- eskinin içinden yeniyi çıkarmak için harika bir yol bulmuş. Bunu gerçekleştirirken de, birilerimiz “Bireysellik Kavramı”nı, birilerimiz ise “Kurumsallık Kavramı”nı kullanıyoruz. Ancak, “Kurumsallık Kavramı”nın oluşturduğu şartlar içinde ne kadar “Bireysel” özgürüz? Acaba, “Sorumsuzluk” buradan mı doğuyor? Peki, hedefin kendisi, tek taraflı ve bir tek amaç için varsa, kararı verenle kararı uygulayanın “Sorumluluk”u hangi noktada başlıyor? Neye göre; “İnsan Olmak, Sorumluluk Üstlenmektir” diyebiliriz? Tabii ki, istihdam yaratmanın getirisi olacaktır. Ancak, işveren olanın zihin planında, “Sorumluluk Kavramı” ya bilinmiyorsa ki, çoğu zaman bu gerçekle karşılaşıyoruz. O zaman, “Eski”nin içindeki yeninin “Sorumluluk Kavramı”nı tanıması için daha ne kadar bekleyeceğiz? Ya da, kurumların içindeki “Bireysel”lerden önce, “Kurum”ları oluşturan işverenlerin mi, “İnsan Hafızasının Nasıl Çalıştığını Öğrenmesi Gerekiyor?” diye, kendimize sormalıyız… bilemedim. Saygılarımla
Merhabalar,
Yazınız kurumsal yönetişim ve hesap verilebilirlik ilkeleri kapsamında ciddi basamakları bünyesinde barındırıyor. Aslında esas önemli vurgu noktası nihayetinde ilkelerinde müstakil olarak bir kaideyi oluşturmadıkları. İlkelere anlam ve değer katanın yine insan ve insanın sorumluluğu öznesi olduğu. Bu çok değerli bir çıkarım. Belki şirketlerin sorumluluğu esasını siyasal ve kurumsal gelişmişlik çerçevesinde daha küresel incelemeye ihtiyacımız var. Bahsettiğiniz rekabet öznesi uluslararası politika bazında farklılık gösteriyor. Örneğin yaşadığımız son üzücü olaylar adına ucuz iş gücü unsuru bunlardan biri. Gelişmekte olan ülkelerin sanayileşmiş ülkelerle rekabetinin klasik bir yöntemi ucuz iş gücü. Bu da yazının bütününde bahsettiğiniz ahlaksal çerçeveyi oluşturuyor. Denetim mekanizmalarının ne kadar sağlıklı işlemesi gerekse de, ucuz iş gücü avantajından kopulmuyor ve malesef bir nebzede bazı dinamiklere göz yumulabiliyor. Ekonomik gelişmişlik son kertede ahlaki gelişmişliği de getirecek mi diye düşünmüyor değil insan. Konunun ehemmiyetine kapı açtığınız için teşekkürler.
Merhaba Temel Bey,
Yazınızın özellikle “ahlak” kısmı üzerine naçizane vurgu yapmak istedim. Markalarımızın, sorumluluk kavramını kârdan bağımsız olarak düşünebildikleri tek alan sosyal sorumluluk projeleri. Aslında onun da kardan ne kadar bağımsız olduğu ayrı bir tartışma konusu. Ancak sizinde belirttiğiniz bence en önemli nokta ahlak kısmı. Bir toplumun sahip olduğu markaların sosyal sorumluluk proje sayılarının çokluğunu o markaların yüksek sorumluluk bilinci ile ne derece açıklayabiliriz? Aksine, sorunların çokluğu ve/veya ahlak eksikliğinin bir sonucu olarak düşünmek ne kadar yanlış olur?
Sosyal sorumlu olmak ile ahlaklı olmanın karıştırılmaması üzerine ben de naçizane bir şeyler derlemeye (http://marketman-onair.blogspot.com.tr/2013/11/sosyal-sorumluluk-projeleri-ve-ahlak.html) çalışmıştım. Orada da vurgulamak istediğim asıl nokta, aslında başlangıçta marka kimliğine ahlaklı olabilmeyi kazandırabilmiş olan markaların, belki de sosyal sorumluluk projelerine gerek bırakmayacak bir yaşam seyrine sahip olabilecekleri düşüncemdi. Özellikle başta kendi çalışanlarına yönelik yüksek sorumluluk bilince sahip bir markanın, müşterilerinden rakiplerine kadar toplumun her kesimine karşı duyarlı olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz sanırım…
Saygılarımla.