Yetki sahibi olunca, insanın kişiliği değişir mi? Size önemli bir yetki verseler sizin davranışlarınızda bir değişiklik olur mu? Meselâ siz, kimin hangi işi yapacağına karar veren bir yetkili olsanız, davranışlarınız değişir mi? Hemen “İktidar beni bozmaz!” demeyin. Durum sandığınız kadar basit değil. Bu konuda yapılmış yüzlerce deney, yetki ve otorite sahibi olunca insanların çoğunun değiştiğini kanıtlıyor.
2003 yılında, üç üniversite öğrencisi üzerinde bir deney yapıldı. Araştırmayı yapan görevli, üç öğrenciden ikisini tesadüfî olarak seçip, bir konuda kısa bir rapor yazmalarını istedi. Yine tesadüfî olarak seçtiği üçüncü öğrenciyi de raporları okumasını ve diğer ikisinin başarısını ölçmesini istedi. Deney yarım saat sürdü ve sonunda deneyi yapan görevli herkese kahve ve kurabiye ikram etti. Masada bir tabak içinde beş kurabiye vardı. Masada, deneyi yapan görevli de dahil, dört kişi vardı. Herkes bir kurabiye yedi ve bir kahve içti. Peki, sizce beşinci kurabiyeyi kim yedi? Evet, bildiniz: Bir süre önce tesadüfen “kontrol eden” konuma seçilen öğrenci yedi.
Deney öncesi her üç öğrenci de eşitti, birbirlerinden farkları yoktu. Hepsi aynı sınıfta okuyan, aynı yaşta, aynı sosyal çevreden gelen öğrencilerdi ama aralarından biri tesadüfî olarak yetki sahibi olmuştu ve herkesten daha fazla kurabiye yemeyi kendine hak görmüştü. Defalarca tekrarlanan bu deneyde, yetki sahibi olan öğrencilerin hepsi aynı davranışı gösterdiler. Son kurabiyeyi keyifle, ağızlarını şapırdatarak yediler. (Robert I. Sutton, How to be a good boss in a bad economy, HBR, Haziran 2009)
Güç sahibi olmak böyle bir şeydir. Güç sahibi olanlar kendi istek ve ihtiyaçlarına odaklanırlar. Başkalarının ne hissettiklerine ve onların ihtiyaçlarına duyarsızlaşırlar. Eğer bir iş yerinde çalışıyorsanız bu durum size çok tanıdık gelmiştir. Yetki sahibi olup da davranışlarını değiştirmeyen insan gerçekten çok az.
Bir de madalyonun diğer yüzü var: Yetki sahibi olanların kişilikleri değişiyor da insan yetki ve otoriteye ne kadar boyun eğiyor? Otorite sahibi kişilerle ilişkiye girdiği zaman, insanın kişiliği değişiyor mu? Maalesef insanlara otorite verince davranışlarının (kişiliklerinin) değişmesi gibi, insanlar otoritenin emri altında da kişilik değiştiriyorlar.
İnsanların otorite karşısında ne kadar zayıf olduklarını, otoriteye itaat etme konusunda ne kadar ileri gittiklerini kanıtlayan en çarpıcı deneylerden birisini, Yale Üniversitesi’nden ünlü sosyal psikolog Stanley Milgram gerçekleştirdi. Bu deney ilk yapıldığında, büyük bir şaşkınlığa ve tartışmaya yol açtı. Deney, Nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann‘ın Kudüs‘te yargılanmaya başlamasından üç ay sonra, 1961 yılında yapıldı. “Eichmann ve Yahudi Soy kırımında yer alan yüz binlerce kişi, sadece onlara verilen görevi mi yerine getiriyorlardı yoksa düpedüz savaş suçluları mıydılar?” sorusuna cevap arıyordu.
Deney, farklı yaş ve meslek gruplarından insanlar üzerinde gerçekleştirildi. Denekler, öğretmen ve öğrenci olarak iki gruba ayrıldı. Deneklere, yapılacak deneyin “cezanın öğrenme üzerindeki etkisini” ölçmeyi amaçladığı söylendi. Denek öğretmen, denek öğrenciye sorular soracak; yanlış cevap alması durumunda, denek öğrenciye on beş volttan başlayarak dört yüz elli volta kadar yükselen bir şiddette elektrik verecekti. Öğretmenin yanındaki uzman (otorite), öğretmene voltajı sürekli arttırması yönünde etki edecekti.
Aslında burada sınanan, ceza ve öğrenme ilişkisi değil, denek öğretmenin, bir otoritenin (uzmanın) emirleri doğrultusunda voltajı ne kadar yükselteceğiydi. Milgram böylelikle sıradan insanların, bir otoritenin güdümüne girdiklerinde, başka insanlara ne kadar eziyet edebileceklerini öğrenmeyi amaçlıyordu. Milgram, insanların bir otoriteye itaat ettiklerinde, günlük hayatlarında yapmayı reddettikleri davranışları, otorite altında yapıp yapmayacağını sınamak istiyordu.
Sizce bu koşullar altında, katılanların yüzde kaçı dört yüz elli volt elektrik vermeyi kabul etti? Milgram, deneyin sonuçlarını açıklamadan önce, psikologlardan, psikiyatristlerden ve kendi öğrencilerinden sonucu tahmin etmelerini istedi. İçlerinden hiç biri, deneye katılanların dört yüz elli volta kadar çıkabileceğini tahmin etmemişti oysa sonuç yüzde altmış beşti. Evet, yüz kişiden altmış beşi, elektrik şiddetini dört yüz elli volta kadar çıkartmıştı.
Üstelik bu deney defalarca tekrar edildi ama sonuç değişmedi. Katılımcıların ortalama yüzde altmış beşi hiç tanımadıkları, kendilerine hiç zararı dokunmamış insanlara dört yüz elli voltluk elektrik verebildiler.
Bu deneylerle Milgram insanların, kendi vicdanî değerleriyle çelişmesine rağmen, otoriteye itaat etmeye ne kadar yatkın olduklarını ispat etmişti. Emre itaat, otoriteye sadakat, disiplin gibi masum görünen ve aslında çok değerli özelliklerin, yanlış yönlendirildiğinde nasıl yıkıcı olabileceğini göstermişti.
Bu araştırma çok ses getirdi, gazetelerde geniş yer buldu. Deney daha sonra çeşitli yerlerde ve farklı zamanlarda tekrar edildi. Bin kişiyi bulan gruplarla, kadınlarla erkeklerle yapıldı. Sonuçlar, ilk deneyin biraz altında ya da üstünde olabiliyordu ama çok da farklılaşmıyordu.
Üstelik araştırma sadece ABD’de de yapılmadı. Farklı kültürlerde, mesela İngiltere’de ve Avustralya’da deney tekrarlandığında itaat oranı, orjinal araştırmadan daha düşük olarak belirlendi ama yine de çoğunluk otoriteye itaat ediyordu. İspanya’da, Avusturya’da ve Almanya’da daha yüksek oranlar ortaya çıkıyordu. (Örneğin Almanya’da otoriteye itaat oranı yüzde seksen beşi bulmuştu.) Batılı ülkelerin dışında örneğin Ürdün’de ise sonuçlar daha da yüksekti. (Milgram testi en son geçen yıl tekrarlandı, sonuçlar yine aynıydı.) Kendi başlarına asla şiddete başvurmayacak insanlar, bir otorite altında, korkunç bir işkencenin parçası olabiliyorlardı. Yaptıkları işin yıkıcı sonuçlarını apaçık görmelerine rağmen otoriteye boyun eğiyorlardı.
Oysa otorite hepimiz için temel bir gereksinimdir. Otoritenin olmadığı yerde kaos olur. Her grubun, her organizasyonun otoriteye ihtiyacı vardır. Emir ve kontrol en yalın organizasyonlarda bile olmazsa olmaz bir unsurdur. Üzerinde durulması gereken bir taraftan otoritenin olmazsa olmaz bir ihtiyaç olduğu diğer taraftan da hem otoritenin kendisinin hem de ona kayıtsız şartsız itaat edenlerin akıl dışı işler yapabilecekleri ihtimalidir.
Bugün içinde yaşadığımız şirketlerin de benzer zaafları vardır. Şirket yöneticisi yetkiyi eline geçirdiği zaman, aslında sahip olmadığı birçok özelliği kendisinde doğal olarak varmış gibi hissetmeye başlar. Sanki şirkette her şeyden haberdarmış gibi zanneder kendini. Her konuda yeterli bilgiye sahipmiş gibi düşünmeye başlar. Kendi ihtiyaçlarına ve önceliklerine, yönettiği insanların ihtiyaç ve beklentilerinden daha fazla odaklanır ve dünyanın kendi etrafında döndüğü yanılgısına kapılır. Bir konuyu dinlediğinde hemen o konunun bütün boyutlarını kavradığını ve karar verebilecek bilgiye sahip olduğunu zanneder. Çoğu yönetici, lider koltuğunun kendi zeka katsayısını yükselttiği yanılgısına kapılır. İnsanlar hakkında pek az bilgiyle karar verecek gücü bulur kendinde.
İnsanın zafiyetleri anlaşılmayacak şeyler değil elbette; ama liderliğin özü bir insanın makam, ünvan gibi ayrıcalıklara sahip olması değil, sahip olduğu imkan ve yetkilerle kimlere hangi faydayı ürettiğidir. Lider olmak isteyen her insan kendine, “Ben hangi ayrıcalıklara erişeceğim?” sorusu sormak yerine, “Ben gerçekten insanlara faydalı olabilecek miyim?” sorusunu sormalıdır. Bir şirketi ya da bir ülkeyi yöneten insan, ne kadar olumlu sonuca ulaşırsa, o kadar etkili bir liderdir.
Bir liderin otoritesi, sahip olduğu makamdan ya da unvandan değil, insanların onun bilgisine, deneyimine, yetkinliğine duydukları saygıdan ve onun yönetimini gönüllü kabul etmelerinden kaynaklanır.
Yazının genelini güzel bulmakla birlikte “Emir ve kontrol en yalın organizasyonlarda bile olmazsa olmaz bir unsurdur.” söylemine katılmıyorum. Emir kelimesi birçok organizasyon ile bağdaşmamaktadır.
Gerçekten güzel yazı olmuş. Elinize yüreğinize sağlık.
Çok etkileyici bir yazı olmuş. Blogunuzu merakla takip ediyorum. Bu yazınızı izninizle linkedin üzerinden paylaşıyorum.
Uzun zamandır , bu kadar yerinde bir lider tarifi işitmemiştim. Lideri lider yapan ardındaki kişilik bütünlüğüdür. İnsanların zaafiyetlerinden değil potansiyellerinden faydalanırlar ! Doğrusu bravo. Çok begenerek okudugumuz bir kitabın, hayranlıkla izlediğimiz bir filmin, yüzü ne kadar kırısıkla dolsa da sevgiyle andıgımız bir dostun ardında da hep bu yok mudur ? Şiirin ardında şair, filmin ardında yönetmen, onların da içinde hep insan…Agzınıza sağlık, duvar yazım yapacagım, her zaman anımsamak için.
İkinci sınıf insanlar, üçüncü sınıf insanlarla çalışır,
üçüncü sınıf insanlar dördüncü sınıf insanlarla çalışır,
BİRİNCİ sınıf insanlar, BİRİNCİ sınıf insanlarla çalışır…
Temel Bey selamlar,
Paylaştıklarınız için ne kadar teşekkür etsek azdır sanırım. Sadece okuyup feyz alıp ta teşekkür etmemek uzun zamandır rahatsız ediyordu. Sanki komşunun bahçesinden gizli gizli erik çalışyormuş gibi.:) Size teşekkür ederken benim gibi çekinip yorum yazamayan arkadaşlara da seslenmek istiyorum; “her ne kadar sizin, yorum yazmayan arkadaşları düşünerek, bloga devam etmediğinizi bilsem de” 95.000 küsur ziyaretçisi olan bir bloğun daha fazla yorumu ve bu yorumların teşvikini hak ettiğini düşünüyorum.
Erikler için tekrar teşekkür ederim. Bilin ki yanlız yemiyorum, ekibimle paylaşıyorum…
iyi çalışmalar dilerim,
Temel Bey selamlar.
Yine harika bir yazı olmuş. Her yazınızla vizyonumun ve ufkumun biraz daha genişlediğini farkedebiliyorum. İzin verirseniz ben de konuyla iligili bir görüşümü paylaşmak istiyorum.
Sana göre doğru bana göre doğru yaklaşımı ile kurulan sistemler, sadece o doğruları kabul etmiş kişileri içine alacak şekilde tasarlanmaktadır. Yani doğruluğun görecelendirilmesi açıkça menfaat olarak adlandırılabilir. Bu bağlamda yöneticinin payı, kendi doğruları etrafında kurduğu sisteme liderlik etmektir. Halbuki ortak doğru etrafında kurulacak bir sistemin kendi kendini yönetmesi , sistemi görecelikten kurtaracaktır. Belki ilerde yöneticisi olmayan işletmeler olur kimbilir? :))
Sanırım lider , otoritesini ortak doğrulardan alır. İyi çalışmalar.
…dünyanın en güçlü isimleri otoritelerini, verdikleri emirle demir kesmelerinden değil “yaratıcılıklarından” ve “ilişkileri iyi yönetmelerinden” alıyorlar…
Peki sizce bu meziyeti gösteremeyen, yani liderlik üslubunu kullanamayan yöneticiler ile çalışan insanların ne yapması lazım? Yol göstermek adına nasıl bir öneride bulunursunuz? Onları (yöneticileri) yönlendirmeye çalışmak (yani bir nevi kültürü değiştirmek) mı daha mantıklı yoksa yönetilen grup içinde kendi değer yargılarımızı ve etik anlayışımızı ön planda tutan bir liderliğe soyunmak mı?
Ne kadar zor bir soru sormuşsun. Üstelik de çok sık karşılaşılan bir durum olduğunu sanıyorum. Ben “her derde deva” bir cevap verebileceğimi sanmıyorum. Duruma, adama, zamana göre değişen stratejiler uygulanabilir. Bazı liderler vardır, değişmeye gönüllü. Bunların değişimine yardımcı olmak en iyisidir. Bazı liderler vardır, ne yapsan nafile. Ya terketmek ya da liderliğe soyunmak gerekir.
Tekrar ediyorum, sorduğun soru hem çok önemli hem çok yaygın bir durumu anlatıyor ama çözümü tek bir tane değil.
Teşekkür ederim.
Sevgiler.
Temel
Temel Bey;
Böyle bir yazı kaleme aldığınız için teşekkürler. Yazılarınızın kendi sektörümüz(Araştırma Sektörü) adına çok faydalı olduğunu düşünüyorum ve yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum. Özellikle genç girişimci arkadaşların yazılarınızdan kendilerine önemli paylar çıkardığını da düşünüyorum. Kendi adıma şirketimin reorgazisyanunu kurarken ve ilerletirken yazılarınızdan çok faydalandığımı da belirtmek isterim.