Şarkıcıların, sinema sanatçılarının, siyasetçilerin özel hayatları, insanların ilgisini çeker. İnsanlar, hangi lokantaların, hangi tatil yerlerinin “tutulduğunu” da bilmek isterler. Rating yapan diziler, gişe yapan filmler, tutulan reklam sloganları, Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş maçları, onların günlük konuşma konularıdır. Levent Erden’in dediği gibi bu konular, sokaktaki insanın “konuşma akçeleridir”.
Seçkin bir azınlığın iddia ettiği gibi popüler kültür, bir yozlaşma ya da sadece eğitimsizlerin ilgi alanı değildir. Aksine popüler kültür, halkın kültürüdür; zamanının ruhunu yansıtır.
Herkes popüler kültürün içinde yaşar, az ya da çok popüler kültürden beslenir. Daha seçkin olanı tercih edenler bile, popüler kültürden etkilenirler. Hele, siyaset ya da pazarlama gibi kitlelerle ilgili iş yapanlar, popüler kültüre hiç kayıtsız kalmazlar. Çünkü popüler kültüre uzak duran bir siyasetçi ya da bir marka yöneticisi, kendi “seçmenine”; “müşterisine”, “tüketicisine” yabancılaşır.
Kitlelerin ne dinlediği, ne izlediği onların duygu ve düşüncelerini yansıtır. 1960’ların iyimserliğini Beatles; 1970’lerin kötümserliğini Arabesk anlatır. Sadece popüler kültürü takip ederek bile, kitlelerin ruh hallerini anlamak mümkündür.
Kimi sosyal bilimciler popüler kültürün, “halkın kültürü” olmadığını; gücü elinde tutan kültür endüstrisi tarafından “üretilen” bir kültür olduğunu söylerler. Bu görüşte bir haklılık olmasına rağmen şurası da bir gerçek ki, toplum tarafından benimsenmeyen hiçbir “dayatma” popüler olamaz. Popüler olmak için toplumsal kabul şarttır.
Toplumun duygu ve düşüncelerini, ruh dalgalanmalarını, zihin kalıplarını okumanın en iyi yolu popüler kültürden geçer. Sezen Aksu, bunu en iyi yapanların başında gelir. Bu topraklarda yaşayan hemen herkesin hayatında “işte benim şarkım” dediği bir Sezen Aksu klasiği mutlaka vardır. “Gidiyorum bütün aşklar yüreğimde.” diyen de Sezen’dir, “Gitme kal yalan söyledim.” diyen de. Nil Karaibrahimgil‘in de dediği gibi, “Bilinçaltımızın uzaktan kumandası Sezen’dedir.”
Popüler kültürü yaratan Sezen Aksu gibi sanatçılar, toplumun nereye gittiğini, onun duygu ve düşüncelerini en önce fark eden insanlardır. Onlar, geniş halk kesimlerinin ruh halini en önce fark edip, bunu yorumlama yeteneğine sahip insanlardır. Benzer şekilde moda tasarımcıları da bugünden, insanların bir sonraki sezon hangi rengi, hangi kumaşı, hangi kalıbı beğeneceğini öngörüp, yeni modayı yaratan insanlardır.
Bir toplumu peşinden sürükleyen her şey, o toplumun özlemlerini ve korkularını yansıtır. Bu nedenle çizgi film kahramanları, dillerden düşmeyen şarkı sözleri, en çok izlenen dizilerin replikleri ya da kamyonların arkasında yazanlar, toplumu anlamak için birer “hazine” niteliğindedir.
Marka yaratmak bir boşlukta değil, bir toplumun içinde yapılan bir faaliyet olduğuna göre, marka yönetenlerin, toplumun neyle ilgilendiğine duyarsız kalma lüksleri yoktur. Markalar popüler kültürü dışlarsa, hedef kitleleriyle bağ kuramazlar. Bugün Turkcell, Arçelik, Garanti, Efes, Coca-Cola gibi büyük markların her dünya kupasında her müzik festivaline her büyük etkinlikte sponsor olarak karşımıza çıkmaları bu nedenledir. Büyük markalar, tüketicilerinin gittikleri yere giderek onların duygularına tercüman olurlar.
Markalar popüler kültürün içine yerleşerek tükticileriyle duygusal ilişki kurar. Turkcell-Recep İvedik, Mavi Jeans-Kıvanç Tatlıtuğ reklam filmleri bu markaların popüler kültür aracılığıyla tüketicilerle bağ kurma örnekleridir.
Marka yönetenlerin, “sokağı” anlamaya çalışmaları, özellikle spor, müzik ve film endüstrilerini çok yakından takip etmeleri bir zorunluluktur. Marka yöneten her insanın, sokağa çıkması ve hayatın içine girmesi gerekir. Bir marka, sadece araştırma raporları okuyarak yönetilemez.
Bir siyasetçinin ya da bir marka yöneticisinin popüler kültürü bütün yanlarıyla benimseyip hayatına sokması gerekmez ama kitlelerle ilgili iş yapan herkesin; popüler kültürü takip etmesi, anlaması, yorumlaması ve yaptığı işi, kitlelerin ruh hallerini dikkate alarak yönetmesi gerekir.
Gereğinden fazla başarılı bir yazıyı okumanın mutluluğu ve kafamda cümleye nereden başlayacağım diye iç çekişme yaşamak benim nezdimde "ne kadar çok şey kattığının bir görüntüsüdür." Dolayısıyla öncelikle emeğinize sağlık demek isterim. Can alıcı noktası da; <Popüler kültür, “toplumu okumak” için paha biçilmez bir olgudur.>
Temel Bey Merhaba
yazılarınızı okurken; içimde bana ait olan bir yerlere dokunuyorsunuz ama benden farklı gözle göruyor ve sunuyorsunuz…. bittikten sonra bir aşın çoklu çeşnisi Aşureye benzetiyorum …
sevgiyle
Sevgili Temel,
yazını çok beğendim.Bende markamı ilk çıkarırken,sokaklara ,mahallelere,ülkelere sığamamıştım.Bu yüzdende ilk üç sene çok güzel yollar aldık.Ne zamanki,çevrenle,ülkenle,dünya ile irtibatın,seyahatlerin,azalıyor,heyecanınla beraber sanki kaynağındaki suyunda tükeniyor,kuruyor.
İşte benim yaşadığım en büyük sorunlardan biride buydu.Ne yazık ki bunu etrafımdakilere pek yansıtamadım.Olacaklara engel olamadım.
Umarım bu yazın bizim gibi işler yapan herkese ışık tutar.Daha dikkatli ve akıllı olurlar.Herkesin kınadığı Gala dergisinide okuyup,pazar keyfinide seyredip,beyooğlunada gidip hitap etmek istedikleri insanların ruhlarında neler oluyor anlayıp ona göre koleksiyonlarını yaparlar.Bunu her yönüyle yaşamayan ,insan ve ruh faktörüne önem vermeyen hiçbir marka devamlılık gösteremez.Birileri yazsa keşke dediğim nefis yazın için eline sağlık.
sevgiler
Temel Bey
Merhaba yazınızı çok beğendim ve kesinlikle katılıyorum..
Temel Bey merhaba. Konuyu çok güzel yoğurtmuş ve analiz etmişsiniz. Tebrikler…
Enfes!
Temel Bey, bir yazınızı daha böylelikle "başucuna" deyip ayırıyorum.
Ben de benzer şeyleri, bloğumda daha bol örnekle yazmaya çalıştım.
Sizinki kadar kolay ve akıcı olmadı belki ama sanırım bir kavşakta buluşabilirler.
http://mehmetaksu.net/2010/10/03/sektore-anadolu-cocugu-lazim/
Savgilerimle,
Mehmet Aksu