“Samuel Maverick Teksaslı bir hukukçu ve toprak sahibiydi. 1856 yılında bir komşusu kendisinden 1200 Dolar borç istedi ve karşılığında garanti olarak 400 sığır verdi.
Maverick sığır yetiştiriciliğiyle pek ilgili olmadığı için sığırları kendi arazisinde kendi hallerine bıraktı. O dönemde sığırları birbirlerinden ayırmak ve hırsızlığın önüne geçmek için sığır yetiştiricileri kendi isimlerinin baş harflerini sığırların derisine dağlıyorlardı. Samuel Maverick kendi isminin baş harflerini sığırların üzerine dağlamak istemedi çünkü bu işi uzun süre yapmak istemiyor aksine sığırları en kısa zamanda sahibine iade etmek istiyordu. Üstelik bu durumun pek bir sakıncası yoktu çünkü arazinin dışına kaçan hayvanların Maverick’e ait olduğu damgasız olmalarından anlaşılıyordu.
Bir süre sonra isimsiz (markasız) her sığır Maverick olarak anlaşılmaya başladı. Zamanla Maverick sıfatı ‘sürüden ayrı’ anlamına kullanıldı. İlerleyen yıllarda Maverick bir gruba dahil olmak istemeyenleri tanımlar oldu, serbest düşünceli anlamında kullanıldı. Günümüzde ise Maverick, ‘özgür düşünceli’ anlamında kullanılan bir iltifata dönüştü.
1979 yılında kurulan Mujirushi Ryhonin markasının hikayesi de çok ilginçtir. Mujirushi Ryhonin Japoncada ‘markasız kaliteli ürün’ demektir. Muji ise markasız anlamına gelen bir kısaltmadır. İnsanlar imajı için değil ürünün kendisi için para ödesinler felsefesiyle yola çıkan şirket ürün ambalajlarının üzerine sadece Muji (markasız) damgası basıyordu. Marka algısı yaratmaktan özenle kaçınıyor, ürünleriyle ön plana çıkmak istiyordu.
Fakat minimalist anlayışa sahip Muji (markasız) ürünler o kadar başarılı oldu ki bugün şirket Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Almanya, İsveç, İspanya, Hong Kong, Singapur, Çin, Tayvan, Avustralya ve Hindistan’da 656 mağazaya ulaştı. Artık New York Modern Sanatlar müzesinde bile Muji satılıyor. Bugün Amerika’da Muji ürünleri Japonya’daki fiyatının %50 üzerinde bir primle alıcı buluyor. Markasız olmak niyetiyle hayata başlayan Muji bugün prestijli bir marka olarak hayatına devam ediyor.”
Dave Trott’un Campaign Dergisi’ndeki makalesinden aktardığım bu iki hikâyeden de anlaşıldığı gibi, her ürünün bir isminin olması ve her ismin bir algısının oluşması insan zihninin doğası gereğidir. Şarttır. İnsan benzer nesneleri ancak farklı isimler ve farklı algılarla birbirinden ayırabilir. Markanın işlevi, benzer olanları birbirlerinden ayrıştırmaktır.
Sahibi koymasa bile başkaları ürüne mutlaka bir isim koyar. Sahibi bir algı (imaj) oluşturmaya niyet etmese bile ürünün kendisi markanın algısını oluşturur.
Benim gibi alan dışından birisi için güzel ve düşündürücü bir yazı oldu. Bu anlamda “Marka Olmak” kavramsallaşması biraz daha genişledi.
Eğer bir ürünün, zirai bir mahsul veya sanayi mamulün markası yoksa o ürün sadece emtiadır.
Ülkemizde Bodrum Kalesi müzesindeki gemi buluntularından çıkartılan, çeşitli emtiaları taşıyan anfora altında üretici isimleri ile Binbirdirek Sarnıcı sütunları tabanında yazan isimler bu toprakların en eski marka işaretleri olarak kabul edilebilir mi?
Sevgili Erdoğan,
Elbette edilir. Sevgiler.