Şu anda bu satırları okurken aynı zamanda aklınızda bir başka düşünce var.
Bu konu sizin için bu yazıyı okumaktan daha önemli.
Hem bu yazıyı okuyor hem de o konuyu düşünüyorsunuz. Zihniniz o konuyu çözmek istiyor.
İçinizde bir gerginlik, endişe ya da tam tersi bir heyecan varsa nedeni o konu.
Ben düşündüğünüz şeyin ne olduğunu tahmin edebilirim.
Şaka yapmıyorum. Gerçekten tahmin edebilirim.
Hangi yaşta olduğunuz önemli değil. Nerede yaşadığınız ya da hangi işi yaptığınız da önemli değil. Belki de bir üniversitede okuyorsunuz ya da iş arıyorsunuz.
Bu yazıyı okuyorsunuz ama aklınız aslında o konuyla meşgul.
Asıl amacınız o konuya bir çözüm bulmak. Doğru mu?
Şimdi bir an durun.
Aklınızdan geçen düşünceyi yakalayın.
Peki, bu düşünce hangi konuyla ilgili?
Bakalım tahmin edebilecek miyim?
Sağlıkla ilgili bir sorununuz olmadığını varsayıyorum çünkü sağlıkla ilgili konular zihnimizi işgal ettiği zaman neredeyse başka bir şey düşünemiyoruz. Eğer sağlıklıysanız ,umarım öyledir , aklınızda üç konu dolaşıyor olabilir.
1. Parayla -daha iyi yaşamakla- ilgili konular.
2. Sevmekle ve sevilmekle –cinsellik de dahil – ilgili konular.
3. Takdir görmek – onaylanmak- ilgili konular.
Doğru tahmin etmiş miyim? Büyük olasılıkla tahminim doğrudur.
Bunu siz de yapabilirsiniz. Aslında bu durum hepimiz için geçerli. Hepimizin aklındaki düşünceler bunlardan bir tanesine uyuyor. Belki de aklınızdaki düşünce aynı zamanda yukarıdaki iki hatta üç gruba birden giriyordur.
Mesela Türkiye’de genç erkekler çok para kazanmak ve bu sayede güçlü olmak istiyorlar (1); eğer bunu yapabilirlerse istedikleri zarif ve güzel kızın sevgisini kazanacaklarını düşünüyorlar (2) ve bu ikisini yaptıklarında herkesin takdirini alacaklarını varsayıyorlar(3). Türkiye’deki genç kızlar da bir manken gibi güzel ve zarif olurlarsa sevgiyi ve gücü – parası olan erkeği- elde edeceklerini ve böylece kendi çevrelerinin takdirini kazanacaklarını düşünüyorlar. (Trendview Raporu, Synovate, 2004)
Toplum olarak değer yargılarımız giderek maddiyat üzerine temelleniyor. Para sahibi olmanın ve bu gücü göstermenin popüler olduğu bir dönem yaşıyoruz. Bu dönem Türkiye’de 1980’li yıllarda başladı ve hala devam ediyor. Bu oluşumun nedenleri ve bu anlayışın ne kadar hüküm süreceğini – fevkalade önemseyerek- bir kenara bırakıyorum ve bu durumu bütün çıplaklığıyla olduğu gibi kabul ediyorum. Bugün içinde bulunduğumuz durum budur. Üstelik yaşadığımız ekonomik kriz, maddiyatla ilgili konuları hepimizin gündeminde daha da üst sıralara çıkarıyor.
Sadece geleceklerini kurmak isteyen gençler değil hepimiz nasıl bir hayat istediğimizi sorguluyoruz. Bu hayatı iyi yaşamak için ne yapmamız gerektiğini ve en akıllı seçimin hangisi olduğunu bilmek istiyoruz.
Madem çoğunluk maddiyat üzerine kurulu bir anlayışı benimsiyor, ben de bu durumu olduğu gibi kabul ederek hiç yargılamadan soruyorum: Para kazanmanın, zengin olmanın yolu nedir? Hangi işi yaparak para ve güç elde edilir? Madem kazanan, masadaki her şeyi – hem parayı hem sevgiyi hem de takdiri – kazanıyor, o zaman bunun reçetesi nedir?
Bence para kazanmanın çok sağlam bir reçetesi var. Bilmek ister misiniz?
Petrol zengini Arap Şeyhlerini bir kenara bırakırsak çok zengin olanların hayat öyküleri bize önemli yollar gösteriyor. Dünyanın en zengin kişilerinden biri olan Bill Gates nasıl zengin oldu ya da 1960’lara damgasını vuran Beatles grubunun zengin olmasının altında yatan nedenler nelerdir?
Cevap olarak hemen yetenek demeyin. Çünkü yeteneği olan herkes mutlaka çok para kazanmıyor. Etrafınızdaki yetenekli ama parasız arkadaşlarınıza bakın.
Üstün zekalı olmak da başarının ve para kazanmanın garantisi değil. Benim çevremde çok ama çok zeki olup hayatlarını ellerinden kaçırmış bir çok tanıdığım var.
Peki para kazanmanın yolu nedir?
Malcolm Gladwell’in geçen yıl sonunda (2008) yayınladığı “Outliers” kitabı bu sorunun cevabını veriyor. Başarılı olan herkes tutkusunun peşinden giderek başarılı olmuş. Bunlar kendilerini tutkularına o kadar kaptırmışlar ki sadece işlerini nasıl en iyi yapacaklarını düşünerek çalışmışlar. Zevk alarak mutlulukla çalışmışlar. Çalışırlarken dünyayı unutarak çalışmışlar. Ama hepsi –istisnasız hepsi – yaptıkları işe en az 10 000 saat (on bin saat) kendilerini adamışlar. Bu “on bin saat” rastgele bir rakam değil her birinin hayatı incelendiğinde kolayca hesaplanabilecek bir rakam. Bu durum başarılı olan herkes için geçerli. Ünlü besteci Mozart da dahil.
Gladwell’in “Outliers” kitabında bu tezi doğrulayan o kadar çok örnek var ki. Hem de sadece tek bir kaynaktan gelen örnekler değil bunlar. Değişik araştırmacılar hep aynı sonuca varıyor: Tutkunun peşinden gideceksin.
Sigmund Freud’a hayatın anlamı sorulduğunda, “Sevmek ve çalışmak.” diye yanıtlamış. Oysa bizim önyargımız çoğu kez, “sevgi ve işi” yan yana getirmemize engel olur.
Prof. M. Csikszentmihalyi beni çok etkilemiş bir yazar. Sürdürdüğü araştırmalar, “yaptıkları işe yoğunlaşarak, derin bir zevk alan insanların” başarıyı ve mutluluğu yakaladığını kanıtlıyor. Yani kim olursanız olun ve hangi işi yaparsanız yapın anlamlı bir hayat için “kendinizi adayacağınız bir iş” yapmanız gerekiyor.
Csikszentmihalyi; dışarıdan gelecek ödülleri (para, şöhret) önemsemeden kendini tamamen adayarak yapılan her işin her koşulda mutluluk ve başarı getirdiğini kanıtlıyor.
İnsanların yaptıkları işe -kendilerini kaybedecek kadar – yoğunlaşmalarının nasıl bir şey olduğunu aslında hepimiz biliriz ve bunu zaman zaman yaşarız. Bu durumda kendimizi daha güçlü hissederiz. Daha dikkatliyizdir, hiç bir ayrıntı gözümüzden kaçmaz. Olaylar bizim kontrolümüzdedir. Yeteneklerimizin doruğuna çıkarız. Zaman duygusu ortadan kalkar: İşin ne zaman biteceğinin önemi yoktur. Ne kadar çok çalışırsak çalışalım yorgunluk hissetmeyiz aksine varsa başka sorunlarımız bile ortadan kalkar. Bu tarz bir yaşantı öylesine değerli olur ki ne kadar para kazanacağımızı hiç düşünmeyiz. Esas bu süreci yaşamak değerlidir.
Edward de Bono “Rekabet, aynı yarışta koşmayı seçmek demektir. Rekabetüstünde ise oyuncular kendi yarış alanlarını kendileri seçerler.” derken benzer bir yolu gösteriyor. Toplumun yönlendirmesiyle bir iş seçtiğimizde rekabeti kabul etmiş oluruz ama kendi yarış alanımızı tutkularımıza göre seçtiğimizde rekabetüstü oluruz.
Tutkuların peşinden gitmek üzerine çalışan araştırmacılardan biri de Po Bronson. İki sene süren araştırmasında dokuz yüz kişiyle yaptığı derinlemesine görüşmeler sonucunda vardığı sonuçlar çok çarpıcı : Hayattaki çağrımızı, gerçek misyonumuzu bulduğumuz zaman başarıyı yakalayacağımız kesin.
Bronson’un araştırmalarında en sık karşılaştığı durum, insanların kendi misyonlarını bulamamış olmaları değildir. Aksine insanlar çoğu zaman ne yapmak istediklerini “içeriden” biliyorlar ama iş seçerken duruma “dışarıdan bakıp” kendi içsesleri yerine toplum yönlendirmesiyle karar veriyorlar.
Peki, neden kendi iç sesimizi dinlemekten korkuyoruz ve tutkularımızın peşinden gitmiyoruz?
1. Öncelikle bu sesi dinleyip kendi özgür yolumuzu seçmenin sorumluluğunu taşımaktan korkuyoruz.
2. İç sesimizi dinlersek para kazanamayacağımızı düşünüyoruz ve bunu göze alamıyoruz.
3. Para kazanma ve sevdiğimiz işi yapma konusunda kafamızda yanlış bir sıralama var. Yani önce para kazanmak için sevdiğimiz işi erteleyelim sonra nasıl olsa sevdiğimiz işi yapacağımız zaman gelir diye düşünüyoruz.
4. Para kazanmanın özgürlüğe giden en kısa yol olduğunu zannediyoruz.
5. “Hangi alanda başarılı olurum?” gibi yanlış bir soru sorarak işe başlıyoruz. Halbuki doğru soru “Hangi işi tutkuyla yaparım?” olmalı. Başarılı olacağınız alanı seçmek, yaptığımızla mutlu olacağımız anlamına gelmeyebilir. Soracağımız soru: “Ne yaparken kendimi kaybediyorum?” olmalı.
Kendi tutkularını bulmuş insanlar yaşları ya da statüleri ne kadar farklı olursa olsun birbirlerine benzerler: Gözleri parlar. Özgürdürler. Kendi zamanlarını nasıl kullanacaklarına kendileri karar verirler. En parlak fikirler onlardan çıkar. En zor sorunları onlar çözerler. Olağanüstü çaba göstermekten kaçınmazlar. Sanki sadece iş hayatında istedikleri yere gelmiş değil dünyada yerlerini bulmuş gibidirler. İş onlar için iş değil hayattaki varlık nedenleridir. İşin patronu kim olursa olsun yaptıkları işin gerçek sahibi onlardır.
Şimdi size para kazanmanın son derece yalın, iki maddelik reçetesini veriyorum:
1. Sizi hayata bağlayan en önemli tutkunuzun hangisi olduğunu keşfedin. Hangi işi yaparak bu tutkunuzu gerçekleştireceğinizi hayal edin. Bu işi yaparken başkalarının ne düşüneceğini, gelirinizin ne olacağını boşverin. Bu iş sizin hayatınızın işidir, ona sıkı sıkıya sarılın.
2. Şimdi artık bu işte kendinizi kaybedecek ölçüde, on bin saat, çalışabilirsiniz. Evet on bin saat. Sizden önceki bütün başarılı insanlar bunu yaptılar. Siz de bu işe; kendinizi unutacağınız, dünyayla bağınızı kopartacağınız kadar ön koşulsuz ve beklentisiz yoğunlaşın. Sonuç odaklı değil süreç odaklı hareket edin. Sonucu düşünmeden bu yoğunlaşmanın kendisinden üst düzey bir zevk alarak çalışın.
Sınırlı imkanlarla büyük engelleri aşmış, başlangıçta çevresindekiler tarafından hafife alınsa da yılmadan hayalinin peşinden koşmuş ve başarıya ulaşmış bir çok insan var. Neden siz de onlardan biri olmayasınız?
Eğer başarmak istiyorsanız yapmanız gereken önce içinizde yanan ateşi keşfetmek sonra da yüreğinizi vererek o ateşin gösterdiği yolu takip etmek.
Bu yolculuğun bir sırrı var. Bu pek az kişinin bildiği bir sır: “Amacı para kazanmak olmayan, sadece tutkuları uğruna çalışanlar çok para kazanıyorlar.” Yukarıda adını andığım bütün yazarların vardıkları sonuç bunu doğruluyor. Zengin olmuş insanların hiç biri yola para kazanmak için çıkmamış. Hepsi tutkularının peşinden koşmuş. Kendilerini tutkularına adamışlar. Sonucunda ise istemedikleri, harcayamayacakları kadar para kazanmışlar. Bu neredeyse zengin olmuş herkes için geçerli.
Çelişkili gibi görünen bu sırrı bir kere daha söylemek istiyorum: Para kazanmak istiyorsanız para kazanmayı hedeflemeyin!
Eğer siz tutkunuzun peşinden giderseniz para da sizin peşinizden gelir.
Günde ortalama 8 saat çalışsam, haftada bir gün tatil versem, bir haftada 48 saat çalışmış, bir ayda 192 saat çalışmış, bir yılda 2304 saat çalışmış oluyorum. Çok gözükse de heralde severek yaptığın bir işte 5 yılın geçmesi ile sevmeden yaptığın işte 1 yılın geçmesi aynı zaman kırılması kadardır.
Ben 1 yılımı vermeye razıyım. Ya siz ?
rüzgar nerden esiyorsa oraya yelken le gidebilme şansım var ama garantim yok kısmet
risk eşittir hayali satın alma şansım var ama garantim yok kısmet
sabır hayali satın alma şansım var ama garantim yok kısmet
kulüplere üye ne verirsen onu alırsın ya perdeyi aralar arkasındaki ….istediğin kadar alırsın kısmet
eğitim-içat-patent satabilirsen ,ürettirebilirsen kısmet
şans yine kısmet
Sevgili Temel Bey
Hindistandan yazilarinizi okumaya basladim 2008 yilindan baslayarak hergun 3 er 3 er okuyorun.. Yeni geldigim sirkette 9 saat mesaimin 2 saatini gizli gizli yazilarinizi okumakla geciriyorken bugun ilk defa patronumdan mesai saatlerinde makale okumamami iceren bir uyari aldim … o yuzden yazilarinizi gunder 1 e dusurdum 🙂
saygilarimlaa
Öncelikle Sizi tanıdığıma çok memnun oldum ve bu kısacık sürede hakkınızda biraz bilgi edinebilmemde ayrıca mutlu etti beni. Aldığım eğitim ve işim gereği Sizi tanımaya ve okumaya devam etmemin faydalı olacağı inancındayım. Bize uğradığınız için teşekkürler. ÇINAR HALI – NACİ İNCİ
Merhaba Temel Bey.
Bloğunuzla yeni tanıştım ve nedense inceleme hevesi uyanırdı,inceledim ve beğendim hatta yazılarınızı baştan itibaren okumaya başladım bile.
Güzel bir yazı olmuş fakat tutkumuzu gerçekleştirmek için kendimizi ona adamak 10000 saatimizi ona vermek sonucunda hayatta yapılması gerekli başka birçok şeyi kaçıracağımızı düşünüyorum. Herşeyi dengeli yaparsak bu şekilde tutkumuzuda gerçekleştirebilir,hayattan zevkde alabilir hatta zengin de olabiliriz.
Teşekkürler.
Son derece hos bir yazi olmus Temel Bey,
No Pain, No Gain…
Merak edenler için, Howard Schultz’un Starbucks serüvenini kendi kaleminden anlatan bir de kitap var: “Gönlünü İşe Vermek”
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=117752
Yine harika bir yazı olmuş…
Bütün bunlar Howard Schultz’un hikayesini hatırlattı bana.
http://blog.denizoner.com/2009/05/29/can-ikinci-ile-starbucks-coffee-uzerine/
Temel Bey,
Her adaya anlatmaya çalıştığımız şey bu. Ama biliyorsunuz terzi kendi söküğünü dikemez. Tutkularımızı takip etmek istediğimiz şey içimizde bir şey bizi durduruyor. Ben o iç sesini mantık olarak görüyorum. Duygularımız tutkumuzdan yana dört nala gidebilecekken genelde mantığımız maddi tarafını nasıl halledeceğimizi sorguluyor.
Dediğiniz şeyi bir yerde daha okumuştum. Donald Trump’ın Trump 101 Başarıya Giden Yol adlı kitabıydı. Hatta buldum sayfa 107 “Paranın önemini küçümseyecek en son kişi benim, zira çok fazlasını kazanma şansım oldu. …..Ama esas amacımız para kazanma olmamalıdır, çünkü eğer öyle olursa sahip olacağımız diğer şeyler azalır.”
Aslında hayatta verdiğimiz hiç bir karar iyi veya kotu değil. Zaman içinde verdiğimiz kararla etkileşen bir çok olay ve değişen biz, kararın sonucunun değerini şekillendiriyor. Hayatımızın kırılma noktalarında verdiğmiz bir karar herkes için aptalca ve bizi çok kotu bir sonuca goturebilecek gibi gozukse bile ileride onunla etkileşen diğer kararlar ve kontrol dışı olaylar bizi mutlu bir geleceğe gotürebilir.Bu mutlu dediğimiz geleceğe kavuşup sonra değişerek yine mutsuz olabiliriz. Hatta bir çok karar da bizim karar alma yetimiz olmadan bizim içn başkaları tarafından verilir. Buradan geleceğim nokta ise aslında bizim kendi hayatımıza dair kontrolümüzün çok az seviyede olması. Kesin bir basarı ve mutluluk reçetesi yok , zaten birçok karar bizim kontrolumuz dısında alınıyor. Herkes kendi ve başkalarının tecrubelerinden yola çıkarak reçeteler yaratıyor. Malesef ki herkesi etkileyen daha doğrusu değişimini/gelişimini tetikleyen olaylar farklı.Keyif aldığınız işin peşinden tutku ile gitmeniz gerektiğine bende sonuna kadar katılıyorum. Çünkü kontrol etmeye çalışmak ve kaygılanmak faydasız gozukuyor,keyif almak lazım. Apple ’ın kurucusu Steve Jobs’un konu ile alakalı alakalı ünlü bir konuşması var turkçe alt yazılı, izlemenizi öneririm.
http://www.dailymotion.com/video/x3j81k_steve-jobs-ac-kal-budala-kal-alt-ya_people
Buda Steve ’in basarı hikayesi; stay hungry, stay foolish .
ELİNİZE SAĞLIK.OKUYUCUNUZUM.
Temelciğim,
Ne güzel formüle etmiş ve özetlemişsin düşüncelerimi.
Tanıdığım bütün gençlerle,şirketimde çalışan arkadaşlarımla,bu konuda çelişkiler içinde olan dostlarımla paylaşacağım.
Konuyu uzun zaman kendim ,daha sonra aile yaşantımın düzeni,şirketteki mesai arkadaşlarım ve nihayet çocuklarım için çok düşündüm.
Bu konuda(senin kadar olmasa bile)okudum,dinledim gözlemledim.
Kendi yaşantım da (hasbel kader çok değişik alanda çok farklı işler yaparken)düşüncelerimin olgunlaşmasında rol oynadı.
Aşağıda yazacaklarım Selmin’in yorumlarına da bir cevap olabilir.
1-Tutku başarı için gerek şartttır.
2-En önemli tutku bireyin başarılı olmak istemesidir.Bu yolla kendine,yakın çevresine ve topluma katkısının olacağını hissetmesidir.
3-Kimse, içinde tek bir tutku olduğunu düşünerek ,ve sadece bunu aramakla vakit kaybetmemelidir.(benim hiç bir tutkum yok-tutkumun nerede olduğunu arıyorum-bir bulursam dünya benim ne olduğumu görecek)
4-Öğrenim alanını veya işini seçerken istediği alanlara yönelme şansın kendine verilmediğini düşünürek hayata küsmemelidir.
5-Eski öğretinin,ve çevre baskısının sonucucunda işine tutkuyla bağlanmnın mutsuzluk kaynağı olacağını düşünmemelidir.
Gençlerin bu konuyu bizim neslimize göre daha kolay çözeceğini düşünüyorum .
Uzun yazdım.
Kendimi daha iyi ifade etmek için ben de mi bir blog yapsam?
Tutkusunun peşinden koşan,para kazanmayı hedeflemeyen ortak bir tanıdığımız ( ! ) var galiba.. Ben büyüyünce onun gibi olmak isterdim ama onunla evliyim !!!!!!!!! Şimdi benim tek amacim ve tutkum var: Süper Loto.. Sonra tüm teorileri altüst edercesine “10 dakika çalışıp nasıl hepinizi altettim” kitabını yazacağım ve bir de oradan bol para kazanacağım :))
Herşey bir tarafa sevdiği işi yapabilen nadir şanslı insanlardanım..
Şükretmek lazım değil mi??
Yazının yayımlandığı mecra farklılaştıkça yorumların halet-i ruhiyesi de farklı olmuş doğal olarak. İş arayanların portalındaki yorumlar Türkiye’nin rasyonel gerçekleri üzerinden hareket ederek belirsizliğin de etkisiyle umutsuzlukları ve mutsuzlukları dile getirirken buradakiler daha çok yazının hissetirdiği coşkuya odaklanmış.
Başarılı olduğun değil mutlu olduğun işi yapmak gerektiği fikrine katılmamak elde değil.Yaklaşık iki sene önce bu amaçla, ülkenin en büyük şirketlerinden birinden istifa etmiş biri olarak söylüyorum değişim ve yeniden başlama süreci “Hiç kolay değil”. Tutkularının peşinden gitmenin bir bedeli var. Bu bedeli madden ve manen ödemeye hazırsanız tutkularınızı takip etmenizi öneririm. Yoksa Türkiye evdeki hesabın çarşıya uyacağı bir ülke değil, bir parça gerçekçi ve risklerin öngörülüp, alınabileceği bir yolculuk olmalı bu…
Teşekkürler
Temel Bey merhaba,
yazilarinizi zevkle takip ediyor ve cevremle de paylasmaya devam ediyorum.
Bu konuyla baglantili oldugunu dusundugum benzer bir kitap da, Sir Ken Robinson’dan: The Element.
http://www.amazon.com/Element-Finding-Passion-Changes-Everything/dp/0670020478
“With a wry sense of humor, Ken Robinson looks at the conditions that enable us to find ourselves in the element and those that stifle that possibility. He shows that age and occupation are no barrier, and that once we have found our path we can help others to do so as well. The Element shows the vital need to enhance creativity and innovation by thinking differently about human resources and imagination. It is also an essential strategy for transforming education, business, and communities to meet the challenges of living and succeeding in the twenty-first century.”
simdiden guzel bir haftasonu dilegiyle…
asli aysen aydin
http://trendiary.blogspot.com/
Öncelikle yazının başında ne düşündüğümü gerçekten tahmin ettin. Kesinlikle ben ve çevremdeki arkadaşlarımın çoğunun kafasında o 3 düşünceden biri ya da hepsi mutlaka var. Okulun yeni bittiği dönemde kafamda oluşan soruların çoğunu yazının içinde buldum. Ve bir kez daha emin oldum ki böyle şeyler düşünen tek insan değilim.
Tabii ki de para kazanmak en öncelikli hedeflerden biridir, senin de yazdığın gibi kendime hep “hangi alanda başarılı olurum?” sorusunu soruyordum. Neye tutkuyla bağlanacağımı nasıl bulacağımı bile bilemiyorum açıkçası ve bu da beni korkutmuyor değil. Bunun cevabı nasıl bulunur?
Tutkularımızın peşinden gitmememiz konusundaki 5 neden ise her kelimesiyle beni ve arkadaşlarımı özetliyor. Önümüze gelen bu yol seçiminden ve sorumluluklarımızdan korkuyoruz ve bizi toplumun ne de olsa bir yola iteceğini düşünüyoruz. Bir kaç tane arkadaşım var ki sadece para kazanamayacaklarını bildikleri için çok yetenekli oldukları, tutkuyla bağlandıkları resim, müzik gibi alanlardan tamamiyle vazgeçtiler. İlerde hobi olarak yaparız diye düşünüyorlar. Ve bu sadece bir kişi de değil, bu konulara yoğunlaşan tanıdığım her insan böyle düşünüyor.
Dönüp dönüp o 5 nedeni okuyorum, o kadar doğrular ki…
Bana gelince yanlış olan bütün soruları kendi kendime soruyorum çok uzun zamandır, ama demek ki yanlış soruları soruyormuşum. Herhalde kendimi daha iyi tanımalıyım ki neye karşı tutkuyla bağlandığımı bulmalıyım. Hepimizin kafasına kazınmış şey, hayatımızı devam ettirmek için para lazım, sonrası ne de olsa gelir. Umuyorum ki beni gerçekten neyin mutlu edeceğini bulabilirim. Çok severek okudum yazını ve gerçekten çok etkilendim.
çooook haklısınız, ve çok net açıklamışsınız.Size katılmamak elde değil…
herşey sevmekle başlar diye bir cümle vardır ya onu hatırladım satırlarınızı okurken… kesin olan bir şey daha var ki sevmeden olmuyor hiç bir iş…severek yapılan her işin sonunda da başarı olur, olmalı…
Bu başarının niteliği farklı olabiliyor.Getirisi ya statüdür(şan, şöhret,kıdem) ya para veya bazılarında her ikisi….
bunları sevmenin doğal sonucu olarak görebiliriz ama ülkemizde hepimiz için şan şöhret vb.onaylanmanın hangi faktörlere bağlı olarak kazanıldığı
malum..yine ülkemizde; ’para’ işini ne kadar seversen sev istemesini ve almasını bilmezsen karşıdakine kalmış bir değer…
bence bu konunun da irdelenmesi gerekiyor.hatta belki de eğitilmemiz..
Temel bey, bu konudaki düşüncelerinizi de bizimle paylaşırsanız sevinirim…
10.000 saatin daha çok başındayım. Ee o zaman niye hayıflanıyorum ki! Çalışaya devam. Aslında başarısız olarak gördüğüm saatlerin bana şu anda o kadar çok faydası oluyor ki. Bir de ömrümüz yeter de bu kadar saat çalışırsak sonuç iyi olacak gibi. Teşekkürler Temel Aksoy. Sevgiler.