“Sanat” ve “pazarlama” kavramları yan yana geldiğinde bazı insanlar bu birliktelikten rahatsızlık duyarlar. Bu insanlar pazarlamayı, bir ürünü zorla satmak ya da ahlak dışı yöntemler kullanarak insanları kandırmak olduğunu zannettikleri için, pazarlamanın sanat gibi yüce bir kavramı kirleteceğini zannederler. Sanatın pazarlanmasının, sanata zarar vereceğini düşünürler.
Diğer taraftan sanatçıların çoğunluğu da, sadece “sanat yapma” peşinde olduklarını; eserleriyle “kendilerini ifade etmek” dışında bir beklentileri olmadığını ve tabii pazarlamaya karşı olduklarını dile getirmeyi, bir sanatçı tavrı olarak benimserler.
Oysa pazarlama, sadece şirketler için değil aynı zamanda fikirler ve sanat için de vardır. Pazarlama bir anlayıştır. Pazarlama fikirleri, sanat eserlerini, hizmetleri, ürünleri, şehirleri ve ülkeleri insanlarla buluşturur. Pazarlama insanları; bir fikri, bir hizmeti, bir sanat eserini, bir ürünü ya da bir seyahati satın almaya ikna eder.
Hepimiz biliyoruz ki insanlar, ünlü sanatçıların eserlerini görmek isterler, oyuncuları meşhur olan filmleri izlerler, tanınmış yazarların kitaplarını okurlar. İşte sanatın pazarlaması bunun için vardır. Eğer sanat eserleri doğru ve yaratıcı bir şekilde pazarlanmazsa, sanatçı hak ettiği değeri elde edemez.
Pazarlama, sanatla insanları buluşturacak; insanların sanata para ödemesini sağlayacak güce sahip bir disiplindir. Sanatın pazarlanması demek, sanatçının kendisini ve eserini anlatabilmesi, bu eserin gerçek değerini bulması ve doğru insanlara ulaşması demektir. Bu açıdan bakıldığında pazarlama, sanat için iyidir. Pazarlama, sanatçıya, yaratma özgürlüğü verir; gelir sağlar.
15. yüzyıl Avrupası’nda sanatçılara destek veren zengin aileler vardı. Rönesans İtalya’sında Medici gibi büyük aileler sanatçılara kol kanat geriyor, onların sanatlarını özgürce icra etmelerini sağlıyordu. Sponsorluk kavramı icat olmadan önce bile sponsorluk vardı aslında ve pazarlamanın kuralları pazarlama icat olmadan da işliyordu.
Bugün artık sanatın markalar tarafından desteklenmesine alıştık. Hatta bunu toplumsal bir sorumluluk olarak görüyor ve şirketlerin sanat faaliyetlerini desteklemesini bekliyoruz. Ancak sanatın pazarlanmasını hala yadırgadığımız için, kitapları hakkında konuşan yazarları, filmlerinin tanıtımını yapan oyuncuları kolayca eleştirebiliyoruz. Ben Türkiye’de her sene daha fazla sinema filmi, konser, sergi yapılmasının; daha çok kitap basılmasının, her gün yeni bir galeri açılmasının sanatın daha iyi pazarlaması sayesinde olacağına inanıyorum.
2012 Londra Olimpiyatları’nda kentin adeta bir açık hava müzesine dönüşmesi sanatın zekice pazarlanmasının bir örneğidir. Londra müzelerinin ardı ardına uluslararası sergiler açması; kentin parklarına, meydanlarına dünya çapında meşhur sanatçıların yapıtlarının yerleştirilmesi, sanatın kitlelere yaratıcı bir şekilde pazarlanmasının iyi bir örneğidir.
Eskiden kentler kendilerini üzüm festivali, kayısı festivali gibi tarımsal ürünlerle tanıtırlardı. Şimdi sanat ve film festivalleri ile özdeşleşen dünya kentleri birbiriyle yarışıyorlar. Cannes, Berlin Altın Ayı ya da Venedik film festivalleri sadece sinema endüstrisine değil, hiç şüphesiz o kentin kalkınmasına da destek oluyor.
Yaratıcı bir şekilde pazarlandığında sanat, daha büyük izleyici kitleleriyle buluşma şansını elde eder. Bu sadece söz konusu eseri ya da sanatçıyı meşhur etmekle kalmaz, aynı zamanda daha çok insanın estetik zevkinin ve hayal gücünün de genişlemesini sağlar.
Doğru ve yaratıcı bir şekilde uygulanan sanat pazarlaması, sanatın gelişmesine katkıda bulunduğu kadar, kültürel hayatın zenginleşmesine ve insanların zevklerin incelmesine de hizmet eder.
Konuyla İlgili Makale ve Linkler
- Neil Kotler and Philip Kotler, “Can. Museums. Be. All. Things. to. All. People?”
- Joanne Scheff and Philip Kotler, “How the Arts Can Prosper Through Strategic Collaborations”
- Philip Kotler, “The Role Played by the Broadening of Marketing Movement in the History of Marketing Thought”
- Ideas into Action, Section 4, “Marketing Arts Acitivity to Communities”
- Dr. Peter Steidl, Robert Hughes, “Marketing Strategies for Arts Organisations”
- Barrie Arts and Culture Strategic Marketing Plan, “Creating Cultural Connections”
- Hye-Kyung Lee,“Rethinking Arts Marketing in a Changing Cultural Policy Context”
- Megan Axelsen , Dr Charles Arcodia, “New Directions for Art Galleries and Museums: The use of special events to attract audiences”, A Case Study of The Asia Pacific Triennial
- Dr Kim Lehman, “Investigating The Role of Marketing in Museum Management: Australia’s State Museums”
- Marketing Crafts and Visual Arts: The Role of Intellectual Property A practical Guide
Cevabınızla aklımdan geçenleri çok güzel ifade etmişsiniz ,teşekkürler.
Sayın Temel Aksoy,
Öncelikle yazınızı ilgiyle okuduğumu ve beğendiğimi belirtmek isterim.
"İnsan neden sanat yapar?" sorusu bir zamanlar üzerinde düşündüğüm bir soruydu. Bu sorunun cevapları tartışmalı bir şekilde geçmiş zamanda iki şekilde verilmişti: İlki "Sanat, sanat için yapılır." ikincisi "Sanat, toplum için yapılır." Bu yorumumda bu iki cevabın eleştirisini ve hangisinin uygun olduğunu belirtmeyeceğim elbette. Fakat benim şahsi kanaatim şudur: İnsan, bir derdi olduğu için sanat yapar. Sanat yapan insanın bir derdi vardır ve bunu sanat ile dışa vurur.
Sanatın, neden pazarlanmaya ihtiyaç duyulmasını ise yazınızda çok güzel açıklamışsınız.
"Pazarlama" kelimesi, terminolojik anlamı gereği bir faydayı da içinde barındırır. Peki bu "fayda" nedir? Sanatın/sanat eserinin izleyiciyle buluşması mı? Sanatçının o eserle isim yapması mı? Yoksa sanatçının kendini daha fazla özgür hissetmesi mi?
Sanatın pazarlanması sanat, sanat eseri ve sanatçı için bir sonuçsa, bu pazarlama kaygısının sanatın üretimine etkisi ne şekilde olabilir? Sanatçı, sanat eserinin pazarlanması amacıyla, hatta bu kaygıyla sanatından, özgürlüğünden bir nebze olsun vazgeçebilir mi? Ya da sanatı pazarlayanlar sanatçının, eserini üretim sürecindeki özgürlüğünü birebir koruyarak, o özgürlüğün ve dışa vurumun arkasında olarak pazarlama işini yapabilmekte midirler?
Bu sorular elbette cevaplanması için sorulan sorular değil, biraz üzerinde düşünülmesi için sorulan sorulardır. Özellikle günümüzde sanat eserinin, sanatçının ve sanatı destekleyen/pazarlayan kişi ve kurumların bazı tatsız olaylar sebebiyle karşılaştıkları hukuki süreç yahut olumsuz maddi vakıaların, ister istemez sanatın pazarlanması konusuna da olumsuz sirayet ettiği ve bunun dolaylı sonucu olarak sanatçıyı ve sanatı sınırladığı kanaatindeyim. Tüm bu şartlara rağmen sanatçı, sanatı pazarlandığı ölçüde özgürlüğe kavuşacaktır. Bunun için de elbette sanatı pazarlayanların, cesareti ve ilgisi gerekmektedir. Sanatın pazarlanması, sanatçının üretim sürecine ve özgürlüğüne bir müdahaleyi gerektirdiği takdirde, ne yazık ki ortada bir "sanat eseri"nin olamayacağı kanaatindeyim.
Yazınıza yorum yapan Sayın Erdoğan Taşkın’ın yorumu ve "Müzik Eserlerinin Pazarlanması ve Süperstar" tavsiyeli araştırma konusu da ilgimi çeken bir konu oldu.
Fikri Mülkiyet konusunda okumalar ve araştırmalar yaptığım ve kısmen de olsa bu konuların yargılama ve işleyiş aşamasıyla ilgilendiğim için şunu söyleyebilirim ki, ülkemizde müzik eserleri ve pazarlanması konusunda gerek teknik gerekse hukuki eksiklikler çoktur. Çoktur çünkü müzik eserlerinin pazarlanmasına ilişkin organizasyonel yapı yeterince teknik değildir. Müzisyenin eserinin üretim sürecine dahi müzisyen olmayan insanlar tarafından karışılması, o dönem hangi eser daha çok ilgi görüyorsa replikasının yapılması konusunda müzisyene dayatılan kurallar ve bunlar karşısında müzisyenin tavrı, müzik sektöründeki kaliteyi belirlemektedir kanaatindeyim.
"Süperstar" kavramı ise bence tüketici davranışları konusu kapsamında değerlendirilmelidir. İnsanoğlu zamanında Olimpos Tanrılarını nasıl yarattıysa, film sektöründe "kırmızı halı" macerasını ve müzik sektöründe de "süperstar" kavramını yarattı. Kendinden olan ama onu ulaşılmaz addeden ve ulaşmak için büyük bir istek/hayranlık yaratacak duyguyu, kendinden olmayan/başkaları üzerinden dışa vurmayı başardı kanaatindeyim.
Yazılarınızı ilgiyle okuyor ve merakla bekliyorum.
Saygılarımla,
Değerli Dostum Temel,
Önce merhaba.
İlgi ile okuduğum "Sanatı Pazarlamak" başlıklı makalen ile gene son derece önemli bir konuya değiniyorsun.
Bu yazına küçük bir ek olarak akademik ve pratik şu noktaları ilave edebiliriz.
Geçen yıl tez konusu bulamayan iki işletme yüksek lisans öğrencisinden birine: Müzik pazarlaması ve Super star konusunda tez yazmasını önerdim. İkinci öğrencime ise artık fazla seyirci bulamayan: Özel tiyatrolar nasıl pazarlama yapmalıdır? sorusunu tezinde uygulamada araştırma yaparak cevaplandırmasını istedim.
Özet olarak,Lewis Carroll’un ünlü Alice Harikalar Diyarında kitabındaki Cheshire Kedisinin Alice’e söylediği çok bilinen: “Eğer nereye gideceğin umurunda değilse, o zaman hangi yoldan gideceğin de fark etmez.” Sözü planlamanın pazarlama esasları içindeki önemini ifade ediyor.