Marka yaratmak boşlukta değil, bir toplumun içinde yapıldığı için marka yöneticilerinin toplumun neyle ilgilendiğine duyarsız kalma lüksleri yoktur. Bugün Coca-Cola gibi büyük markaların her dünya kupasında her müzik festivalinde her büyük etkinlikte sponsor olarak karşımıza çıkmaları bu nedenledir. Büyük markalar, tüketicilerinin gittikleri yere gidip, bulundukları yerde onlarla buluşarak, onların duygularına ortak olurlar. Markalar popüler kültürün içine yerleşerek insanlarla duygusal bağ kurarlar.
Eskiden gazete ve televizyonlarda yansıma bulan popüler kültür bugün artık sosyal medyada var oluyor. Markalar da doğal olarak milyonlarca insanın zaman geçirdiği Facebook, Twitter, Instagram, YouTube, LinkedIn gibi platformları insanlara erişmek için kullanıyorlar.
Markaların bu platformlarda tüketicilerin karşısına çıkmak istemeleri elbette çok anlaşılır ve haklı bir durumdur. Markalar bu platformlarda “içerik üreterek” var olurlar. Son yıllarda “içerik yönetimi” kavramının bu kadar çok konuşulur olması bu nedenledir.
İnsanlar sosyal medya platformlarında takip ettikleri ünlülerin, arkadaşlarının ne yaptıklarına ve bunların yanı sıra öğretici, eğlendirici içeriklere çok meraklı olsalar da markaların verdikleri mesajlara meraklı değillerdir. Onların hayatlarında satın alacakları ürün ve hizmetler elbette önemlidir ama bunu A ya da B markasından almaları onların hayatlarında bir fark yaratmaz. İnsanlar istediklerini elde ettikleri sürece bunu sağlayan markanın A ya da B olması çok da önemli değildir. Bu nedenle insanlar Instagram, YouTube, Twitter, Facebook, LinkedIn gibi sosyal medya platformlarına markaların ne yaptığını görmek için girmezler. Tıpkı televizyonu reklamları izlemek için açmadıkları gibi.
Sosyal medyaya içerik üreten markaların bu çelişkili duruma bir çözüm bulmaları gerekir. Bir taraftan söz konusu zaman diliminde toplumun içinde girdiği duygu ve düşünceleri sahiplenerek onlarla bir duygudaşlık yaşamaları ama bunu yaparken insanların sosyal medyaya markaları görmek için girmediklerini bilmeleri gerekir.
Markaların çok büyük çoğunluğu bu çelişkiyi yönetemiyor maalesef. Çoğu marka her günün anlam ve önemini kendi markasıyla ilişkilendirmek hevesiyle kendini küçük düşürüyor. Sizce bir makarna markasının dünya hemşireler gününü kutlamasının ya da bir içme suyu markasının dünya madenciler gününü kutlamasının bir anlamı var mı? İçerik yönetmeyi böyle sığ bir anlayışla yapmak küçük düşürücü değil mi?
Eğer söyleyecekleri bir şey yoksa markaların susmayı bilmesi gerekir. Tıpkı insanlar için olduğu gibi markalar için de susabilmek çok iyi bir meziyettir.
Geçenlerde meteoroloji İstanbul’da dolu yağacağı haberini verdi. Çoğu marka bu doğa olayıyla kendi markalarını ilişkilendirme telaşına düştü ve bazı markalar “bırakın dışarıda dolu yağsın siz bizden dolu dolu alışveriş yapın” diye Twitter, Instagram mesajları attılar. Sizce bir marka insanların hayatlarına böyle mi dokunur?
Oysa içerik üretmek ve insanların hayatlarına katkıda bulunmak konusunda çok iyi örnekler var. Bu örneklerin başında henüz internet ve sosyal mecra icat edilmemişken Michelin lastiklerinin yaptığı çok değerli bir iş var. 1900’lerin başında Fransa’da insanların arabalarıyla seyahat etmelerini teşvik etmek ve araba talebini artırmak için Michelin, restoranları derlediği, sınıflandırdığı ve bunu her yıl yenilediği bir rehber çıkardı. Michelin bu rehberde restoranları üç gruba ayırdı: İlk grup, yolda giderken “durmaya değer” olarak nitelenen restoranlardı. Bunlara tek yıldız verdi. İkinci grup daha iyi restoranlardı. Bu restoranları “yol değiştirmeye değer” olarak niteledi ve iki yıldızlı restoranlar olarak niteledi. Üçüncü grup ise sayıları çok az olan sıra dışı restoranlardı. Bunları “bu restorana gitmek için bir seyahate çıkmaya değer” olarak tanımladı ve üç yıldızlı restoranlar olarak niteledi. Michelin’in yarattığı bu içerik o kadar kabul gördü ki bugün Michelin denince insanların aklına lastikten önce bu rehber geliyor.
Online dünya göz boyamayı, samimiyetsizliği, “mış gibi” yapmayı hiç kaldırmıyor. Eğer sosyal mecrada var olacaklarsa markaların önce insanlara nasıl faydalı olacaklarını düşünmesi sonra bu dünyanın ruhunu özümseyerek sahici olmak için çaba göstermeleri gerekir. İnsanların hayatlarına eğlence, bilgi, ilham katacak paylaşımlar yapmaları gerekir.
Sadece bir seferlik değil, üretecekleri özgün içeriği düzenli kılmaları da gerekir. Sürekliliği olmayan bir içerik markaya olan ilgiyi azaltır, markanın internet ortamında varlığını zedeler.
Eğer markalar insanlara faydalı olmayı dikkate almadan sırf insanların içine girdikleri ruh haline uyum sağlamak için iletişim yaparlarsa gülünç duruma düşerler.
Sanal alemin en önemli kuralı sahici olmaktır. Bugün çoğu marka bu kuralı hiçe sayarak sosyal mecrada şeklen bir varlık gösteriyor. Ama bu markaların beceriksizlikleri, acemilikleri ve daha da önemlisi samimiyetsizlikleri hemen anlaşılıyor.
Siz markanızı sosyal medyada var etmek istiyorsanız önce insanlara nasıl faydalı olacağınıza karar verin sonra buna uygun içerikleri oluşturun ve bunları düzenli olarak paylaşın. Paylaşırken de samimi, içten olun.
Eğer bunları yapamıyorsanız sosyal medyayı televizyon gibi kullanın. Bu platformlarda sadece reklam yapın.
Yine öncekiler gibi anlaşılır, derde derman, sorunu tarif edip çözümü de gösteren mükemmel bir yazı. Çok istifade ettim doğrusu.
Harikaydı, teşekkürler.
Yine sabah kahvesiyle birlikte mükemmel bir yazınızı okudum. Teşekkürler Temel Bey.