Dünyadaki bütün servetin yaklaşık % 70’i, dünya nüfusunun %20’sini oluşturan Batı toplumlarının elinde. Oysa çok değil bundan dört yüz elli sene önce, 1550’lerde Kanuni Sultan Süleyman’ın Osmanlı İmparatorluğu, dünya servetinin önemli bir bölümünü elinde tutuyordu.
Batı toplumları neden ilerledi? Neden dünyanın geri kalan ülkeleri aynı ilerlemeyi gösteremedi. Batı toplumları, az gelişmiş toplumları sömürdükleri için mi refah toplumu oldular? Eğer bu doğruysa, neden emperyalist bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğu benzer bir ilerleme gösteremedi?
Peki sizce bir toplumun ilerlemesinin, gelişmesinin, refah toplumu olmasının altındaki nedenler nedir?
Bazı bilim adamları toplumların gelişmesini coğrafi nedenlerle bağlarlar. İklim, ırk gibi özellikler nedeniyle bazı toplumların ilerlediklerini, bazılarının geri kaldığını söylerler. Eğer bu teori doğru olsaydı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ayrılan Batı Almanya ve Doğu Almanya’nın aynı ilerlemeyi göstermesi gerekirdi. Oysa birbirleriyle tıpa tıp aynı özelliklere sahip bu iki toplum, ayrıldıktan kırk beş yıl sonra birbirleriyle kıyaslanmayacak kadar farklı refah seviyelerine ulaşmışlardır. Batı Almanya dünyanın en ileri medeniyetlerinden birini yaratırken, Doğu Almanya eğitim ve sağlık alanları dışında vatandaşlarına kayda değer bir ekonomik refah sağlayamamıştır.
Sadece Doğu ve Batı Almanya değil, Güney ve Kuzey Kore örneği de, toplumların zenginliğini, iklim, dil, din, ırk gibi özelliklerle açıklamanın mümkün olmadığını kanıtlar. Bazı dinlerin ya da bazı ırkların medeniyet oluşturduğu, bazılarının gelişemediği teorilerinin bilimsel bir dayanağı yoktur.
Sanılanın aksine, toplumların ilerlemesinin ve medeniyetler inşa etmelerinin altındaki neden demokrasi de değildir. Batı medeniyetlerine demokrasi daha dün diyeceğimiz kadar kısa bir süre önce gelmiştir. Batı toplumları demokrasi gelmeden çok daha önce medeni toplumlar olmuşlardır.
Peki, bir toplumu medeni yapan nedir? Neden Avrupa ve Amerika bu kadar hızlı ilerlerken Osmanlı İmparatorluğu, Çin İmparatorluğu ya da 20.yüzyılın başında kurulan ve devasa bir güç haline gelen Sovyetler Birliği, refah seviyelerini yükseltememişlerdir? Neden Batı ilerlemiş de, diğer toplumlar gelişmişlik ve yaşam kalitesi olarak yerinde saymıştır?
İktisat tarihçisi Niall Ferguson, refah toplumlarıyla geri kalmış toplumlar arasında farkların din, dil, ırk, demokrasi, coğrafya gibi etmenlerden değil, zihniyetten ve bu zihniyetin hayata geçirdiği çok önemli bazı uygulamalardan kaynaklandığını söyler.
Niall Ferguson, Batı toplumlarının gelişip ekonomik refah ve hayat standartlarını yükseltmelerini, altı özellikle açıklar. Bu altı özelliğin hepsinin bir arada var olması, toplumun uygar olmasını sağlar ama bir tanesinin bile eksik olması, o toplumun medeniyetten uzaklaşmasına yeter.
1. Rekabetçilik: Bir toplum, bireylerin, şirketlerin ve kurumların adil bir şekilde yarışmasını sağlayacak kurallar koyup en iyi olanın kazanacağı bir ortam yaratırsa, o toplum ilerler ve bireylerine refah sağlar. Tersine, eğer bir toplum, yarışma ortamını kaldırıp ülkeyi yönetenlere yakın olanları teşvik ederse, toplum geriler ve fakirlik hakim olur. Bir toplumda rekabet kültürünün yerleşmesi, en iyi olanın kazanacağına herkesin inanması, o toplumun ilerlemesini sağlar. Serbest yarışma ve serbest rekabet ortamı, o ülkenin hem gelişmesini hem de ülkenin kaynaklarını bireylere en adaletli dağılmasını sağlar.
Bizim topraklarda ve genel olarak Orta Doğu’da, iyi olandan çok, yönetenlere yakın olan kazanır. Ama sonuçta kazanan bir avuç insan olur ve refah topluma yayılamaz.
2. Bilimin üstünlüğü: Matbaanın icadından 18.yüzyılın sonuna kadar süren Aydınlanma çağında Batı toplumları, matematik, fizik, kimya, biyoloji ve astronomide büyük ilerlemeler kaydettiler. Daha önce Doğu’nun tekelinde olan Bilim, Avrupa’da gelişmeye başladı. Mühendislik bilimleri ve genel olarak pozitif bilimler Batı’nın ilerlemesine çok önemli katkı yaptı.
Aynı dönemde Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’nın yanı başındayken kendisini, bütün bu bilimsel gelişmelere kapalı tuttu. Matbaa, Osmanlı topraklarına 50 sene sonra geldi. Bilimsel devrimleri ıskalamak önce Osmanlı’ya sonra da Osmanlı’nın devamı olan Türkiye’ye çok büyük kayıplar yaşattı. Batı, Aydınlanma çağıyla başlayan dönemde akılcılığı yüceltirken bizim gibi toplumlar akılcılıktan uzaklaştı ve medeniyetin gerisinde kaldı.
3. Hukukun üstünlüğü ve mülkiyet hakları: Batı toplumları kanun ve kurallar koyup bunlara istisnasız herkesin uymasını sağladıkları için ilerlediler. Geri kalmış toplumlarda ise imtiyazlı olanlar, rütbesi olanlar, zengin olanlar kanunlar önünde eşit değil, üstün oldular. Geri kalmış toplumlarda, polis ve mahkemeler, insanların sosyal statülerine göre farklı davrandı; bu toplumlar adaleti bir türlü tesis edemediler.
Geri kalmış ülkelerde kurallar, yönetmelikler hatta kanunlar adamına göre uygulanır. “Muz Cumhuriyeti” sadece güney Amerika’daki bazı toplumlar için değil, bütün geri kalmış toplumlar için kullanılan bir deyimdir. Haklı olanın değil güçlü olanın kazanması, medeniyet projesinin tam tersidir; antitezidir. Adaleti ortadan kaldırmak, adaleti adamına göre tesis etmek, bir toplumun dengesini bozan en önemli unsurdur. Hukukun üstünlüğünün hakim olmadığı, adaletin sağlanmadığı toplumlar ilerleyemezler.
Batı toplumları sadece hukukun üstünlüğünü korumakla kalmayıp, mülkiyet haklarını da korudular. Daha çok çalışan, daha çok mal ve mülk sahibi oldu. Bu sahiplik yasalarla güvence altına alındı. Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri, sadece taşınmazları değil, fikri ve sınai hakları da yasalarla korudu. İnsanlar servet sahibi olmak için daha çok çalıştılar ve bu motivasyon Batı toplumlarının ilerlemesini sağladı.
Osmanlı toplumunda ise mülkiyet İmparatorluğa aitti. İnsanların daha çok çalışması ve biriktirmesi için bir neden yoktu. Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih sahnesinden çekildiği yıllarda, 20. Yüzyılın başlarında, bu sefer tamamen başka bir mantıkla, Sovyetler Birliği de, sosyalist felsefenin gereği olarak vatandaşlarına mülkiyet hakkı vermedi. Sovyetler Birliği, halklarını çok iyi eğitmiş olsa da, onlara çok iyi sağlık imkanı sağlamış olsa da, kurulmasından dağılmasına kadar geçen yetmiş yıllık sürede, Batı’nın çok gerisine düştü ve sosyalist kalkınma modelini terk etmek zorunda kaldı.
4. Modern tıp: Batı toplumları tıbbı geliştirip, tıbbın bütün nimetlerinden yararlandılar. Hem ortalama insan ömrünü hem de hayat kalitesini artırdılar. Sağlıklı ve uzun ömürlü bir toplum sayesinde bilgi birikimlerini kendilerinden sonraki kuşaklara aktarabildiler. Modern tıp sayesinde, salgın hastalıklara karşı mücadele edebildiler. İnsanların maddi refahı kadar, bedensel ve ruhsal sağlıklarını da güvence altına aldılar.
5.Tüketim kültürü: Endüstri Devrimi tüketim toplumunu yarattı ve tüketim toplumu da ekonomik büyümenin itici gücünü oluşturdu. Her bireye sonsuz seçenek sunan serbest piyasa sistemi, ekonominin ve finansal araçların gelişmesini sağladı. Tüketime dayalı hayat tarzı, Batı uygarlığının hem itici gücü hem de simgesi oldu. İnsanlar daha çok tüketmek için daha çok kazanmak zorunda kaldılar; daha çok kazanmak için daha çok çalıştılar. Bu düzen, ekonominin büyümesini ve toplusal refahın artmasını sağladı.
6. İş ahlakı: Gelişmiş toplumları diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerden birisi, çalışma kültürü ve iş ahlakıdır. Batı toplumları, daha çok çalışanı, daha çok üreteni, daha iyi performans göstereni yüceltti. Yönetici ile en iyi ilişki içinde olanı değil, işini en doğru, en iyi yapan terfi etti. Esnafından memuruna, patronundan işçisine kadar Batı toplumlarında her çalışan, işini daha iyi yaptığı ölçüde kazandı. Bu anlayış sayesinde Batı toplumlarının ekonomileri gelişti ve dünyanın en büyük ekonomileri oldu.
Bir toplumun gelişmesi, ancak çalışma arzusu duyan, işini iyi yapan, işinin hakkını veren, üretken insanlarla mümkün olur. Çalışmadan refah içinde bir hayat yaşamak mümkün değildir.
Niall Ferguson’a göre, bu altı uygulamanın hepsini birden hayata geçiren her toplum medeniyet seviyesine ulaşabilir. Ferguson, bir ülkenin doğal kaynakları, dini, ırkı, coğrafyası, iklimi değil, o toplumun hangi düşünce ve ilkeleri benimsediği o toplumun ulaşacağı medeniyet seviyesini belirlediğini söyler. Ferguson’a göre bir toplum, çalışmayı ve üretmeyi yüceltirse, bilimsel düşünceye değer verirse, hukukun üstünlüğünü sağlar ve vatandaşlarına adil bir rekabet ortamı yaratırsa, yüksek medeniyet seviyesine ulaşabilir.
Bugün gelişmekte olan ülkelerde insanların çoğu, Batı Medeniyetleri seviyesine yükselmenin sadece Batılı gibi yaşamaktan ibaret olduğunu zanneder. Bir toplum Batılı gibi giyinir, batılı gibi yaşar, batılı gibi tüketirse o toplumun medeni bir toplum olacağını düşünen pek çok insan vardır. Keşke sadece tüketmek ve Batılı bir hayat tarzını benimsemekle medeni bir toplum seviyesine ulaşmak mümkün olsaydı.
Türkiye’nin medeni bir toplum olmasının ve insanlarını refah içinde yaşatmasının reçetesi çok açık. Çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak için, -hoşumuza gitse de gitmese de- standartını Batı’nın koyduğu, adalet, rekabet ve mülkiyet uygulamalarını ve Batı’nın yücelttiği bilimsel düşünceyi hayata geçirmek ve en az onlar kadar çalışıp üretmemiz gerekir.
Medeni bir toplum olmak için, sadece Batılı gibi yaşamak değil, bu uygulamaların hepsini hayata geçirmek gerekir.
Konuyla İlgili Makale ve Linkler
- Niall Ferguson, “The 6 Killer Apps of Prosperity”, Video
- Wikipedia, Niall Ferguson
- Niall Ferguson in the Guardian Paper
- David S. Landes, “Wealth and Poverty of Nations : Why Some Are So Rich and Some So Poor”, Review
- Prasannan Parthasarathi, “Why Europe Grew Rich and Asia Did Not: Global Economic Divergence, 1600-1850”
- Tom Laichas, “A Conversation with Kenneth Pomeranz”
- Jared Diamond, Website
- Wikipedia, Jared Diamond
- Robert Lamb, “Are We at the Beginning of the End of Western Civilization?”
- Lazar Pravdic, “The Anglosphere Century”
- Diminishing Returns and Economic Sustainability; Erik S. Reinert, “The Dilemma of Resource-based Economies under a Free Trade Regime.”
- Servaas Storm, “Why the West Grew Rich and the Rest Did Not, or How the Present Shapes Our Views of the Past”
yorum yapanlardan bazıları yazıyı tam anlammış ki saldırıya geçiyorlar. İşte bu da medeniyet seviyesinden uzaklığı gözteriyor
Osmanlı Devlet’ i bir imparatorluk değildir. İmparatorluk (emperyalizm) sömürüye dayalı bir sistemdir. Osmanlı Devleti kimi sömürmüştür bir örnek verebilir misiniz ? Bu konu da çok eksik bilgiye sahipsiniz ya da art niyetlisiniz. Bu da yazılarınızı maalesef değersiz kılmaktadır okuyucu kitlesi nezdinde.
Osmanlı sömürge devleti değildi bu günün sömürge sistemi yalnızca kaynakları degil manevi herşeyi sömürdügü için insanlar ne maddi ne manevi olarak kendilerine yetecek birşey bulamıyorlar
Muhteşem bir değerlendirme. Yıllarca şekilcilik şimdi de adalet ve hakkaniyetten uzak bir toplum yapısı.
İnsanların işleri ile değil şekilleri ile uğraşıp, onları kendi bakış açımıza göre değerlendirmeye devam ettiğimiz sürece biz maalesef medeniyet kavramından uzak kalmaya devam edeceğiz. Harika bir özeleştiri ve ufuk çizgisi.
Bu toplum gelişmeye mahkum. Hasret kaldığı medeniyet hayaline ulaşmak zorunda. Başka çaremiz yok.
Herbir satırın altına imza atıyorum.
Tebrikler ve teşekkürler Temel Aksoy
Konuyla ilgili bir kitap: Tınaz Titiz: Kısır Döngü Nasıl Kırılabilir? Ankara, 2014. 168 sayfalık kitabın ilk 12 sayfası: http://www.pegem.net/dosyalar/dokuman/1262014094751Pages%20from%20Kisir%20Dongu_bask%C4%B1.pdf
Toplumlarin kalkinmisliklari ya da kalkinabilme potansiyelleri beraber is yapabilme gucu ile olculur. Bunun ise en guclu etmeni iletisim ve meseleler ustune konusabilme kabiliyetidir. O yuzden bir kurumun ulke gelismisligine ya da kalkinmasina yapabilecegi katkiyi olcmek istoyorsaniz dahilindeki iletisim kanallarinin akiciligina bakin. Toplumsal iletisimin gelistigi kafelerin masalarinin sandalyelerinin geniis kaldirimlara yayildigi insanlarin ikindin saat 4 ten sonra o masalarda hersey uzerine konusabildigi toplumlar dogal yoldan kalkinmistir ya da kalkinabilme potansiyeline sahiptir. Bunun disinda tek adam ya da bir grubun dahiyane sistematigi ile buyuyup guclenen toplumlar tipki dopingli sporcu ya da hormonlu sebze gibi cok vahim son a gebedir. Bu cesit toplumlar herkez icin deriin ve unutulmaz acilar kaynagidir. Hemen yakin tarihe bakiverin gorursunuz.
http://www.regindex.com/kalkinma-konusu-tek-adam-yonetimi-ve-kalkinmagelismislik-ile-buyume-arasindaki-fark/
Konuyla ilgili kitap önerileri eksik kalmış!!!!
Ulusların Düşüşü
Yazarlar: James A. Robinson, Daron Acemoğlu
“Batı toplumları, az gelişmiş toplumları sömürdükleri için mi refah toplumu oldular? Eğer bu doğruysa, neden emperyalist bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğu benzer bir ilerleme gösteremedi?”
Temel bey, bu ifadenizi kabul etmek mümkün değil. Osmanlı devletini tarafsız bir şekilde incelediğimizde emperyalist bir yaklaşım sergilemediğini hepimiz pek ala biliyoruz. Yukarıda bir okurunuzun da ifade ettiği gibi belki sömürge politikası izleseydik şu anda daha iyi konumda olabilirdik. Ancak bu, ne bizim milli değerlerimizde nede manevi değerlerimizde olan bir unsur değil. Fikirlerinizi beyan ederken, özellikle kendi toplumumuza yönelik hususlarda daha objektif olabilmenizi dilerim. Sağlıcakla kalın.
Merhaba,
Temel bey güzel analiz için teşekkürler. Yazınızı bütün olarak düşününce modern tıp başlığı yerine teknoloji ve verimlilik eklenebilir. Bence batının yarattığı fark ekonomik değer yaratan verimliliği sürekli artıran teknolojiyi geliştirmede. Sanayi devriminden, toplu ulaşım altyapılarına , bilgisayardan, internete bizim üzerinde çalıştığımız, nimetlerinden yararlandığımız hemen herşey batının eseri. Batı derken Japonya yı da kastediyorum. Burada farklı düşünen insan yetiştirmek, yaratıcı insanları ödüllendiren bir ekosistem ile mümkün. Çok yakında robotlar hayatımıza girip basit ve tekrarlanabilen tüm işler makinelere devir olacak. O zaman belki nasıl insan yetiştirmek gerekli sorusunu gerçekten kendimize sorup gereğini yerine getirmek için adım atma cesaretini gösteririz umarım. Saygılarımla
Fikrinize Sağlık,
kurumsal yapının gerekliliğini içselleştiren ve vizyonunu gerçek anlamda rekabetçi üstünlük sağlamaya odaklayan bakış ve yönetim stiline ihtiyacımız büyük.
Temel Bey merhaba,
Yazınız çok güzel ve toplumsal konulara girmiş olmasını ilginç, iddialı ve başarılı buldum. Ellerinize sağlık.
Sadece, beşinci maddedeki Tüketim Kültürü kavramını kor bir kömür gibi temkinli ele almak gerektiğini düşünüyorum. Bu kavramı salt doğru kabul etmek, işletmenin temel amacının kar etmek olduğu cümlesini koşulsuz kabul etmeye benziyor. Tüketelim ama tüketilen kaynakların tamamı sınırsız değil, ne pahasına tüketimin yapıldığı da bu noktada önemli hale geliyor. Bu noktada Muhammet Bey’in belirttiği durumla da paralellik kurabileceğimizi düşünüyorum ancak nasıl ki Tüketim Kültürü’nü kısmen doğru bulduysam Mustafa Bey’in bahsettiği ülkelerin de her yaptığını doğru kabul etmeyi doğru bulmuyorum. Bununla birlikte belirtilen ulusların gelişmişlik düzeylerini de sırf sömürgecilik yapmalarına bağlamayı da doğru bulmuyorum, neticede birçok deneyimde gördük ki tek başına kaynaklara veya sermayeye sahip olmak özellikle entelektüel yoğun işleri gerçekleştirmek için yeterli değil.
Her toplumun eşit şartlarda dünya üzerine dağıtıldığını ve herkesin eşit şartlarda bu yarışa sıfırdan başladığını varsayarsak, “neden doğu ilerlemedi de batı ilerledi” sorusunun cevabını yukarıdaki maddeler çok güzel bir şekilde anlatıyor.
Ancak başta ABD olmak üzere batı toplumları, gelmiş oldukları seviyenin ilk adımlarını atarken, bahsetmiş olduğunuz hukuk, modern bilim, iş ahlakı, adalet gibi kaynaklarla değil, sömürdükleri toplumların kaynaklarıyla elde ettiler. İlk ivmeyi bu şekilde kazandılar. Efor ve enerjilerinin en az yarısını bu 6 maddenin dışında, diğer toplumları karıştırmak, işgal etmek, sömürmek, katliam yapmak, ezmek, aç-biilaç bırakmak gibi faaliyetlere harcadılar.
“Adil” dediğimiz bu toplumlar daha 50 yıl önce kendi aralarında 50 milyon insan öldürdüler.
Elebaşıları ABD karıştırmaya, işgal etmeye, katletmeye, kaynakları kendine aktarmaya hala devam ediyor. Çünkü saydığınız 6 madde ile değil, bu kaynaklarla ayakta kalabileceğini kendisi de biliyor.
Eğer gerçekten bu saydığınız maddeler, ABD’nin ayakta kalması için yeterliyse, bıraksın gitsin Ortadoğu’nun petrollerini diye düşünmeden edemiyorum.
Muhammed Göktaş bey,
Bu ince ayrıntıyı çok güzel anlatmışsınız tebrik ediyorum.
Harika bir analiz.
Başlığı görünce “tamam, Marka Konseyi’ne bağlayacak” demiştim. Bir sonraki yazıda olacak galiba:)
iyi fikir:)