Bizim okullarımızda hala “Yerli Malı Haftası” kutlanır. Öğretmenlerimiz çocuklarımıza yerli malı kullanmanın, ulusal bir görev olduğunu anlatırlar. Sizce yerli malı , içinde yaşadığımız çağa uyan bir kavram mı? Sizce bugün -çok istesek bile- sadece yerli malı kullanmamız mümkün mü?
İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda yerli malı kullanmayı teşvik etmenin bir anlamı vardı. O dönemde Türkiye ihracat yapamayan, döviz kazanamayan bir ülkeydi. Yurt dışından ürün satın almak için dövizi yoktu. O devrin hükümetlerinin halkı yerli malı kullanmaya davet etmesi bu nedenleydi. Ama bugün yerli malı dönemi artık geride kaldı.
Sadece Türkiye’nin değil, hiçbir ülkenin ürettiği ürünün yerli kavramının içine sığması mümkün değil. Bugün çoğu ülkede olduğu gibi, Türkiye’de binlerce fabrika dünyanın dört bir tarafından temin ettiği makine ve girdilerle üretim yapıp bunları hem Türkiye’ye hem yabancı ülkelere satıyor.
1980’lerde İngiltere’de Thatcher, Amerika’da Reagan ve Türkiye’de Özal ile birlikte yükselen liberal politikalar, sadece ülkelerdeki devlet kuruluşlarının özelleştirilmesini sağlamakla kalmadı, uluslararası ticareti de büyük ölçüde serbestleştirdi. Bu politikalar, küresel ticaretin gelişmesine ve özellikle Batı’dan Doğu’ya yabancı yatırımların akmasını sağladı.
20. yüzyılın son yıllarında gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yapılan telefon ve internet yatırımları sayesinde, bizler bugün dünyanın her tarafıyla iletişim kurma imkanına kavuştuk. Bu yatırımlar dünyayı gerçekten küçük bir köy yaptı; herkesi birbirine yakınlaştırdı.
Ürünün tasarımı bir ülkede, parçaları onlarca değişik ülkede ve nihai üretimi başka bir ülkede yapılır hale geldi. Üretim süreçleri esnekleşti. Şirketlerin organizasyonları giderek “akışkan” bir hal aldı. Sadece malların değil, hizmetlerin de üretimi ülkelerin sınırları dışına taştı. Mesela Londra’da İngiliz Hava Yolları’nın çağrı servisini arayan müşterilere Pakistan’da yaşayan görevliler hizmet verir oldu. Üretim ve hizmette ülkelerin sınırları ortadan kalktı.
Küreselleşmeyle birlikte gelen üretimin bu “sınır tanımayan yapısı”, farklı toplumların birbirlerine olan bağını (bağımlılığını) güçlendirdi. Küreselleşme, sadece ürünlerin ya da sermayenin değil, bilginin, düşüncelerin de çarpan etkisiyle çoğalarak daha çabuk hareket etmesini sağladı.
Küreselleşme sayesinde “başkalarının derdi”, bir anlamda “bizim derdimiz” haline geldi. İnternet sayesinde insanlar daha önce hiç olmadığı kadar başka kültürlerin değerleriyle karşılaşmaya, kendi hayatlarına yeni pencereler açmaya başladılar.
Bu gelişmenin esas aktörü olan “uluslarüstü” şirketler, gerçekçi olmak gerekirse, dünyanın birçok yöresinde yaşayan milyonlarca insanın kaderini, kendi hükümetlerinin verdikleri kararlardan bile daha çok etkileme gücüne sahipler.
Sosyolog Daniel Bell tüm bu gelişmelerle günümüzde ulus devletlerin artık büyük problemleri çözemeyecek kadar küçük olduğunu söyler. Gerçekten de sahip oldukları sermaye ve etki güçleriyle uluslarüstü şirketler, ülkelerin politikalarını ve dünya kültürünü yeniden şekillendirme gücünü ellerinde tutuyorlar. Bugün Coca Cola ve Hollywood’un yaydığı kültürün gücü, Amerikan dış politikasının etkisiyle yarışacak güçtedir.
Küreselleşme hangi açıdan bakarsak bakalım hepimizin hayatının çehresini değiştiriyor. Tıpkı sanayi devriminin yarattığı etkiler gibi bu çağın da yarattığı etkiler oldukça derin. İçinde yaşadığımız çağda, “yerli malı, yurdun malı. Herkes onu kullanmalı” anlayışını -çok seviyor olsak bile- hayata geçirmemizin imkanı kalmadı. Bugünkü dünyanın kuralları eskisinden çok farklı. Artık herkes herkesin malını kullanmak zorunda.
Her çağ yeni kazananlar ve kaybedenler yaratır. Ben bu çağda da kazananlar arasında yer almak için sahip olduğumuz kurumları; siyaset ve demokrasiyle ilgili yerleşik düşüncelerimizi; şirket ve markaları yönetim şeklimizi; liderlik anlayışımızı gözden geçirmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Sınırları olmayan; fikirlerin, insanların, sermayenin ve ürünlerin serbestçe hareket ettiği bu yeni ve “akışkan” dünyada, hem “kendimiz” olup hem de “dünyalı” olmamız pekala mümkün. Kazananlar tarafında olmamız için bu zamanın bizden talep ettiklerini yerine getirmemiz, geçmişin nostaljisinden kurtulmamız gerektiğine inanıyorum. Ben gerek bireysel gerekse kurumsal düzeyde “kazananlar” tarafında olmanın kendi elimizde olduğuna inanıyorum.
Bu zamanın ruhu sadece acımasız bir rekabetin hâkim olduğu bir dünyayı değil aynı zamanda farklı kimliklerin uyum ve ahenk içinde yaşadığı bir dünyayı da öngörüyor. Ben tarihinin bir akış yönünün olduğuna inanıyorum. Tarih bizi, ülke sınırlarının anlamının kalmayacağı, üretimin son derece esnek ve akışkan olacağı, çalışanların bir ülke vatandaşı olmaktan çok dünya vatandaşı olacağı yeni bir dünyaya doğru götürüyor.
İşte bu nedenle, şirketlerimizin ve kendimizin geleceği hakkında karar verirken dünyalı olmanın gereklerini yerine getirmemiz gerektiğine inanıyorum.
Konuyla İlgili Makale ve Linkler
- Joseph Stiglitz Speaks About his Book, "Making Globalization Work”, Video, 2007
- Stefania Vitali, James Glattfelder, Stefano Battiston, “The Network of Global Corporate Control”
- “Small Network of Corporations Run the Global Economy”
- “What Is a Supranational?”
- Alvin W. Wolfe, “Supranational Networks: States and Firms”
- Kenichi Ohmae, The End of the Nation-State: the Rise of Regional Economies
- Kenichi Ohmae, “Kenichi Ohmae on the Importance of "Cyberleadership" for Generating and Implimenting New Ideas”, Video
- John Perkins on Globalization, Video, 2011
- Richard Florida, "Who's Your City?: How the Creative Economy Is Making Where to Live the Most Important Decision of Your Life." Authors@Google, Video, 2008
- Julian Assange's The World Tomorrow: Slavoj Zizek & David Horowitz, Video, 2012
- Ian Goldin at TED on Globalisation: What do You Think About Organisation of Society
- Ian Goldin at TED Navigating our Global Future, TED
- Martin Rees Asks: Is This Our Final Century?, TED
- Richard S. Kennedy, “Who Is Culture's Keeper?”, 2002
Çağımızda yon değiştiren bir çok politika, bir çok Sirket, ve bunların getirisiyle yönünü değiştiren devletler mevcutken, bizim yerimizde cakilmamiz mümkün değil ..
Genel olarak beğeni ile okuduğum guzel bir bakış …
Kaleminize, emeginize Saglik Temel Bey…
Yazının geneli doğru, ancak globalleşen dünyada halkımızın ezilmemesi için, Türkiye’de yeterince güçlü şirketler oluşuncaya kadar, yurtdaki üretimin desteklenmesi gerekir. Alternatif ürünler içinde yerli malını tercih etmeyi özendirmek, katma değerin yurtda kalmasına neden olacağı için, edilgen bir Türkiye değil, etken bir Türkiye hedefine yardımcı olacaktır. Bu nedenle yerli malı haftasına karşı değilim.
Çalıştığım okulda, "yerli malı" ifadesini "local products" olarak ele alıyoruz. Sürdürülebilir kaynaklar ve sağlık açısından baktığımızda, çağa uyan bir kavram. Çocukların, yerli malı kullanmanın ulusal bir görev olmasından çok, bilinçli tüketim ve sağlıklı yaşam gereği olduğunu anlamalarını sağlamaya çaba gösteriyoruz. Raf ömrü uzun gıdaların sağlığa zararlı olabileceğini, üretim sırasında ve tüketiciye ulaşma sürecinde doğallığı korunmuş gıdaların ve diğer ürünlerin daha sağlıklı olabileceğini, dünyanın diğer ucundan gelen gıdaların, dayanıklı olabilmesi için pek çok koruyucu maddeyle birlikte bize ulaştığını anlatmaya çaba gösteriyoruz. Gıda ve diğer tüketim maddelerinin taşınması için tüketilen uçak yakıtı, vb gibi ayrıntılar da var ve her yaş grubuna uygun düzeyde uygulamalarla, bunların öğrenciler tarafından sorgulanması, "herkes herkesin malını kullanmak zorunda" anlayışının ötesinde, "herkes", "mal", "kullanma" vb kavramlarının altında neler olduğuna da bakılmasına olanak sağlayabiliyor. Öğrencilerin "ikinci el", "takas ekonomisi" gibi kavramlarla tanışmalarını sağlıyoruz. Sürdürülebilirlik kavramını öne çıkarıyoruz. "Başkalarının derdi, bizim derdimiz" olduğu kadar, "bizim derdimiz, başkalarının da derdi", "başka canlıların derdi, hepimizin derdi" bakış açılarını da kazandırmaya çalışıyoruz.