Sizi bir deneye davet ettiklerini düşünün. Deneyin kurgusu çok yalın: Siz ve tanımadığınız bir kişi iki ayrı odaya alınıyorsunuz, kura çekilerek ikinizden birine 1.000 TL veriliyor. Parayı alan kişi –siz ya da diğeri- parayı arzu ettiği oranda bölüştürüyor. Eğer diğeri bu bölüşümü kabul ederse herkes hakkına düşeni alıyor ve deney bitiyor; ama kabul etmezse kimse para alamıyor.
Diyelim ki siz “bölüştüren” oldunuz, kendinize yarıdan fazlasını alırsanız karşınızdaki kabul eder mi? Mesela kendinize 700 lira alsanız diğer kişi 300 lirayı kabul eder mi? Ya da siz “bölüştüren” değil “onaylayan” konumunda olsaydınız hangi oranı “hakkaniyetli” bulurdunuz? Diğer kişi kendine 900 lira alıp size 100 lira önerse siz “100 lira hiç yoktan iyidir.” diye düşünüp parayı almayı mı tercih edersiniz yoksa paylaşımı kabul etmeyip bölüştüren kişiyi de 900 lira almaktan mahrum mu edersiniz?
“Ültimatom Oyunu” (Ultimatum Game) denen bu deney bugüne kadar çok farklı ülkede binlerce kişiye uygulandı. Kültürel farklılıklara rağmen hemen her seferinde bu deneyde paylaşım yüzde ellinin uzağında olduğu zaman insanlar bölüşümü reddettiler. Kendilerine düşen parayı almak yerine paylaşımı adil yapmayan kişiyi “cezalandırmayı” tercih ettiler.
Sanılanın aksine insan sadece kendi çıkarını düşünen bir varlık değildir; sahip olduğu adalet gibi güçlü bir “değer” bazı durumlarda kendi kişisel çıkarını bile göz ardı etmesine neden olur.
Harvard Üniversitesi hukuk profesörlerinden Yochai Benkler, adaleti sağlamanın üç boyutu olduğunu söyler:
- Niyetin adil olması (bir kasıt olup olmadığı)
- Sürecin adil olması (sonuca giden yol ve yöntemlerin ne derece adil olduğu) ve
- Sonuçların adil olması (diğerlerine kıyasla ne elde ettiğimiz)
Çoğumuz insanların kişisel gayretiyle ya da şanslarıyla elde ettikleri kazançlarını adaletsiz bulmayız ama birilerinin “durumdan çıkar sağlamasını” hepimiz “haksızlık” olarak değerlendiririz.
Kimsenin sebep olmadığı “haksız sonuçları” –kendi başımıza bile gelse- daha kolay kabullenirken sonuca etki eden yol ve yöntemlerin kasıtlı olarak kurgulandığını düşündüğümüz durumlarda adalet duygumuz rencide olur.
Dolayısıyla hepimiz için “niyetin” ve “sürecin” adil olması, “sonucun” adil olmasından daha fazla önem taşır. Bazen elde ettiklerimizi hiç beğenmesek de sürecin adil işlediğine inanmamız halinde, sonucu “hakkım buymuş” diye kabul ederiz.
Adalet, bütün ilişkilerimizde bize rehberlik eden bir değerdir. Şirketlerde ve kişisel ilişkilerimizde bir sorun varsa orada mutlaka adalet zedeleniyor demektir. Eğer daha huzurlu, daha verimli, daha uygar ilişkiler arzu ediyorsak hepimiz her ilişkimizde adalet duygusunu yüceltmeliyiz.
Not: Bu konuyu 10 Nisan 2012’de Paradan Daha Önemli Ne Var? başlığıyla daha ayrıntılı olarak yazdım.
Konuyla İlgili Makale ve Linkler
- Yochai Benkler, “The Unselfish Gene”
- Ultimatum Game Theory
- Rob Boyd, Joe Henrich, “Cross-Cultural Ultimatum Game Research Group”
- Lisa A Cameron, “Raising the Stakes in The Ultimatum Game: Experimental Evidence From Indonesia . Economic Inquiry; Jan 1999”
- Steffen Andersen, Seda Ertaç, Uri Gneezy,Moshe Hoffman, and John A. List, “Stakes Matter in Ultimatum Games”
- Ultimatom Game Theory, Video
- Ernst Fehr & Klaus Schmidt, “The Economics of Fairness, Reciprocity and Altruism – Experimental Evidence and New Theories
- Howard Rheingold: The New Power of Collaboration
- What is Fairness?
Teşekkürler Hocam
Konunun ele alınışı sade ve anlaşılır olmuş. Teşekkürler..