Skip to main content

Hangisi Daha Caydırıcı: Kanunlar mı, Mahalle Baskısı mı?

19 Haziran, 2012

Dürüstlük konusunda birbiriyle taban tabana zıt iki görüş vardır. Birincisi, insanların özünde dürüst olmadıkları, hile yapmak için sürekli fırsat kolladıkları inancıdır. Bu inanca göre, ceza göze alınabilecek gibiyse insan her koşulda hile yapıp kendine menfaat sağlar.

Diğer yaklaşıma göre ise insan özünde dürüsttür; ama öyle koşullar vardır ki en dürüst insanı bile yoldan çıkarır. Böyle ortamlar insanları dürüst olmamaya davet eder. Bu durumda hile yapmak da kişinin değil koşulların suçudur.

Dan Ariely’nin son kitabında çok güzel bir fıkra var: Bir öğrenci arkadaşının kalemini “alıp” çantasına koyar; ama arkadaşı bunu fark edince öğretmene şikayet eder. Öğretmen de öğrencinin babasını okula çağırır. Baba durumu öğrendiğinde oğluna çok kızar. Eve dönerlerken oğluna der ki: “Vallahi seni hiç anlamıyorum. Neden arkadaşının kalemini alıyorsun ki? Benden iste, sana çalıştığım yerden onlarca kalem getireyim.”

Sizce bir insanın çalıştığı yerden evine kalem “götürmesiyle” bir öğrencinin arkadaşının kalemini “alması” farklı şeyler midir? Bu ikisi farklı dürüstlük tanımı içine mi girer?

Bir işyerinden bir kalem almak çoğu insan için hırsızlık tanımı içine girmez. Çoğunluğumuz için işyerlerinin bu tür imkanları çalışanların kişisel olarak kullanacağı kaynaklardır. Sanki bunları alıp eve götürmek o işyerinde çalışanların hakkıdır.

Peki, bir işyerinde ortalıkta duran bir lirayı alıp eve götürmek hırsızlık mıdır yoksa bu da oradaki her çalışanın hakkı mıdır?

Doğru olan nedir? Hangisi dürüstçe, hangisi dürüstlük dışı bir davranıştır?

Hepimiz kendimizi dürüst, etrafı ise sahtekar görme eğilimindeyiz. Ama neredeyse hepimiz “beyaz yalanlar” söylemekten, haklı olmak için sebepler icat etmekten, masum da olsa bazı hileler yapmaktan kendimizi alamayız.

Bilim adamları hilenin sadece insana özgü olmadığını, hayvanların da hile yaptığını söylüyorlar. Bazı kuş türleri, yırtıcı bir hayvanın geldiğini haber vermek için çıkardığı sesleri zaman zaman diğer kuşları yemden uzaklaştırmak için de çıkarıyor, hile yapıp yemi tek başına yiyor. Erkek kurbağalar dişilerini cezbetmek için küçük cüsselerini şişirerek kendilerini olduklarından büyük gösteriyorlar.

İnsanın hileye eğilimi bilindiği için devlet neyin suç olduğunu kanunlarla tanımlıyor ve yaptırımını koyarak insanları suç işlemekten caydırmak istiyor. Ancak gündelik hayatımızda kanun kapsamına girmeyen ve hemen her gün herkesin yaptığı masum gibi görünen o kadar çok hile var ki bunları önlemek aslında terör örgütlerini, suç şebekelerini, mafyayı önlemekten bile daha güç.

Hile yapanlar için hilenin bir kâr-zarar hesabı olduğu kesin. İnsanlar hile yaparken elde edecekleri kazançla yakalandıkları takdirde alacakları cezanın kıyaslamasını yaparlar. Hak etmeden kazanmak sadece doping yapan sporculara, manipülasyon yapan borsacılara, müşterisini aldatan tüccarlara özgü bir davranış değildir. Neredeyse herkes hile yapar.

Gündelik davranışlarımız üzerine kafa yormayı seven ve özellikle aldatma, yolsuzluk ve suç üzerinde çalışmalarıyla tanınan davranışsal ekonomist Steven Levitt, hile yapmanın insanın arzularıyla toplum kuralları arasındaki sürtüşmeden kaynaklandığını ve hilenin insan doğasının ayrılmaz bir parçası olduğunu söyler. Kazanma arzusu pek çok insan için karşı koyulamaz bir arzudur. Birçok deney, en masum insanların bile kazanacakları şeyin değerinden daha çok sırf kazanmak adına hileye başvurduklarını kanıtlıyor.

Levitt ‘in bulgularına göre, insanlar tanınmadıkları ortamlarda daha kolay hile yapıyorlar. Kimse görmeden kalabalıklara karışıp kaybolma ihtimali, yeri geldiğinde en dürüst insanları bile yoldan çıkarabiliyor. Tanındıkları ortamlarda ise “utanma” duygusuyla daha az hileye başvuruyorlar.

Hileyi engelleme konusunda, utanma duygusu kanun ve kurallar kadar hatta onlardan bile daha etkili.

Antropolog Ruth Benedict, dünya toplumlarının “suç toplumları” ve “ayıp toplumları” olarak ikiye ayrıldığını söylüyor. Benedict’e göre Batı toplumları “suç toplumları”, Doğu toplumları ise “ayıp toplumlarıdır”.

Benedict, bireyselleşmiş,  kendi kaderini tayin etme hakkına ve özgürlüğe sahip toplumlarda insanların kendi iç sesleri ve özdenetimlerine göre hareket ettiklerini söylüyor. Bu toplumlarda insanlar toplumsal kurallara daha çok uyuyorlar. Yaptıkları yanlışların sorumluluğunu üstleniyorlar.

“Ayıp toplumlarında” ise doğrular ve yanlışlar devlet tarafından belirlense bile esas olan kişinin kendi çevresinin neyi doğru ya da yanlış olarak tanımladığıdır. Bu toplumlarda “mahalle baskısı” kanunların baskısından daha önemlidir. Eğer insanları hileden alıkoyacak bir güç varsa bu kanun ve kurallardan çok “ayıp olur” korkusudur. Ruth Benedict, bu toplumlarda yakın çevrenin beklentilerini karşılamanın kişinin kendi özgürlüğünden daha önemli olduğunu söyler.

“Ayıp toplumlarında” insanlar sosyal çevreleri tarafından reddedilme ya da alaya alınma korkusu içinde yaşarlar. Bir yanlış yaptıklarında da tek umutları bunun yakın çevreleri tarafından fark edilmemesidir. Eğer kimse fark etmezse ya da fark etseler bile bir ayıplama söz konusu olmazsa aslında hiçbir yanlış yapmamış gibi kabul ederler kendilerini.

Bizim toplumumuz bir  “ayıp toplumudur”. Bu sebeple bizde vergi kaçırmak, trafiği ihlal etmek, kanunlara uymamak suç olsa da bunu yapanın ailesi, ortakları kendisini ayıplamadığı takdirde kişi kendini bir yanlış yapmış gibi kabul etmez. Aksine kurnazlık yaparak kendine avantaj sağladığı için çevresi tarafından takdir bile edilebilir. Devletin kanunları bir tarafa toplumun “ayıp” olarak tanımladığı davranışlar bir tarafadır. Eğer toplum ayıplamıyorsa devlete karşı işlenen suçun pek önemi yoktur.

Dan Ariely, Harvard Business School, MIT, Princeton, UCLA ve Yale gibi dünyanın en saygın üniversitelerinde yaptığı deneylerde, temelde dürüst olan insanların bile önlerine fırsat çıktığında, bir miktar hile yapmakta sakınca görmediğini ortaya koyuyor. Ayrıca Ariely’e göre yaratıcı insanların hile yapma eğilimlerini de yükseliyor.

Fakat şaşırtıcı bir şekilde hileden elde edilecek parasal miktar arttığında hile yapma eğilimi aynı oranda artmıyor.

0001-66658123

Ariely, dindar olmanın ya da olmamanın hile yapmayı açıklamadığını ifade ediyor. Fakat kendilerine dini kurallar hatırlatıldığında insanlar daha az hileye başvuruyorlar. Sınavdan önce kutsal kitap üzerine yemin ettirmek kopya çekenlerin oranını hissedilir bir şekilde düşürüyor. Benzer şekilde vergi beyannamelerinin sonuna değil de başına “Bu belgedeki beyanlarım gerçeği yansıtıyor.” ifadesini koymak da vergi hasılatını artırıyor.

Demek ki dini ya da ahlaki kuralları insanlara bir kere öğretip onların bu kurallara ömür boyu uymalarını beklemek boş bir hevesmiş. Doğrusu önemli her davranıştan önce kuralları hatırlatan uyarılar yapmak daha etkili. Mahkemelerde şahitlerin doğruyu söyleyeceklerine dair yemin etmeleri boşuna koyulmuş bir kural değil. Anlaşılan doğru davranmaları için insanlara her seferinde doğruyu hatırlatmak gerekiyor.

Hile, insan doğasının bir parçası. Neredeyse hepimizin bir yanı hile yapmaya müsait.

“Suç toplumlarında” kanunlarla, bizim gibi toplumlarda ise “ayıplayarak” hileyi, sahtekârlığı ve suçu önleyebiliriz. Bizim toplumumuzda suçluları “teşhir” etmek parasal cezadan daha ağır bir yaptırım.

Bizim toplum olarak hangi davranışların “ayıp” olduğunu yeniden tanımlamamız gerektiğine inanıyorum. Mesela trafikte emniyet şeridine girmenin suç olduğunu biliyoruz; ama bu suç yaygın olarak işleniyor. Peki, bunu “ayıp” olarak kabul etsek sonuçlar değişir mi? Başarılı olur muyuz? Bence oluruz. Bu davranışı “kurnazlık” değil de “ayıp” olarak kabul edeceğimiz gün çok yol kat etmiş olacağız.

Sadece emniyet şeridini ihlal etmek konusunda değil, birçok toplumsal konuda “suç” ve “ayıp” kavramlarını yeniden değerlendirmeliyiz.

Ben toplumumuzda mahalle baskısının devlet baskısından daha caydırıcı olduğuna inanıyorum.


Konuyla İlgili Makale ve Linkler

  1. Dan Ariely, “On Our Buggy Moral Code”, TED2009
  2. Dan Ariely , “How Honest People Cheat “ HBR January 29, 2008
  3. The 'Truth' About Why We Lie, Cheat And Steal by NPR Staff
  4. Rimma Teper, Michael Inzlicht, and Elizabeth Page-Gould “Are We More Moral Than We Think? Exploring the Role of Affect in Moral Behavior and Moral Forecasting”, University of Toronto
  5. Rimma Teper, Michael Inzlicht, and Elizabeth Page-Gould “Are we more – or less – moral than we think?”, University of Toronto
  6. Ruth Benedict “A Defense of Ethical Relativism”
  7. Sonia RYANG “Chrysanthemum’s Strange Life: Ruth Benedict in Postwar Japan”
  8. Moral Relativism, Wikipedia
  9. Tabitha Thiemens “Is Morality Relative?”
  10. White-Collar Crime, Wikipedia
  11. J. Kelly Strader “ Understanding White Collar Crime”

Yorumlar

Comments (0)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir