Şirket yöneticilerinin çoğu, markayı tüketicilere, müşterilere ve kamuoyuna yönelik iletişim işleri olarak görür. Çoğunluk için marka, rakipten daha iyi ses getiren reklam kampanyaları, hakkında konuşulan etkinlikler, satış kanalında görsel düzenlemeler ve ambalaj tasarımları gibi işlerdir.
Geleneksel marka yönetimi, markayı şirketin dışındaki insanlara duyurma ve onların zihinlerinde konumlandırma işidir. Geleneksel anlamda marka yönetmek, dışarıya yönelik iletişimi yönetmektir. Bu anlayış bugün hala dünyadaki en yaygın marka anlayışıdır.
Fakat bugün marka, şirketlerin dünyasında bundan çok daha geniş, çok daha derin bir yer kaplamaya başladı. Artık marka sadece şirketin dışındaki tükecici ve müşterilere değil, şirketin çalışanlarına, bayilerine ve tedarikçilerine de şirketin vaatlerini anlatma görevi üstlenmeye başladı. Marka, farklı paydaşların ortak bir anlam etrafına buluştuğu bir platforma dönüştü.
Her iyi marka, tüketicilerin ihtiyaçlarına, istek ve arzularına cevap veren bir çözümdür. Bugünün güçlü markalarının hepsi, iyi bir fikirle insanların hayatlarına giren, onlarla fayda sağlayan markalardır.
1990’larda hayatımıza giren Toplam Kalite uygulamaları, “müşteri memnuniyeti” üzerine kuruluydu. Toplam Kalite felsefesine göre, tüketici ve müşterilerin memnuniyeti sağlamak için çalışanları memnun etmek bir ön koşuldu.
Toplam Kalite uygulamaları sayesinde, büyük şirketler, çalışanların düşüncelerine kulak vermeye başladı. Şirketlerin çalışanlara adil davranması, performans değerlendirmesi, iş yeri koşullarının iyileştirilmesi, gibi alanlarda çalışanlar lehine gelişmeler yaşandı.
Bu gelişmelerin ardından kurumsal dünyada, 2000’li yıllarda yeni bir anlayış gelişti. Eskiden marka sadece tüketicileri ve müşterileri cezbetmek için üzerine yatırım yapılan soyut bir varlıkken zamanla daha derin ve çok boyutlu bir anlama büründü. Yeni anlayışla marka artık şirketin çalışan ve tedarikçileri gibi paydaşları nezdinde de şirketin kendini ifade etmesine imkan sağlayan bir platforma dönüştü.
Bu gelişmeyle beraber, eskiden şirketin sadece pazarlama bölümü ilgilendiren marka, şirketin diğer bölümleri için de önemli oldu. Eskiden sadece bir ürün veya hizmetin ismi olma işlevi gören marka, bu gelişmeyle beraber, daha geniş bir anlama kavuştu.
Çalışanları marka değerleri etrafında birleştiren bir kültür, sessiz bir anlaşmayla herkesi aynı hedefe kilitler. Şirketin bütün değer ortaklarını aynı “fikir” etrafında toplaması ancak, çalışanların bu çabayı desteklemesiyle mümkündür.
Çalışanların benimsediği markalar, şirketin ilişkide olduğa bütün değer ortaklarına karşı güçlü bir amaç birliği ruhunu yansıtır, güçlü bir duruş yaratır.
Konuyla İlgili Makale ve Linkler
- Simon Barrow and Richard Mosley, “The Employer Brand: Bringing the Best of Brand Management to People at Work”, Introduction of The Book
- Building a Strong Employer Brand
- Christopher Van Mossevelde, "Five Reasons what Employer Branding Matters"
- Build Your Employer Brand
- David Spark, "18 Innovative Ways to Build Employer Brand"
- “The Five Keys to Employee Brand Engagement”, 2009

Hocam, Haklı tespitlerinize bir katkı olarak; marka yaratma sırasındaki hastalıklardan birisinin de, şirketlerin çalışanlarını işin içine dâhil ederek varoluş sebeplerini, stratejik niyetlerini ve değerlerini ortaya koymayı başarabilmelerine rağmen, markalarını bu temele oturtmak yerine şirket kişiliğini yansıtmayan bambaşka bir marka imajı yaratma sevdasına kapılmalarıdır diye düşünüyorum. (Marka yaratma sürecindeki hastalıklar hakkında da sizden eğitici bir yazı bekliyoruz.) Mevlana’nın ünlü sözü markalar için de geçerlidir “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol” Eğer markanız böyle olmazsa; bu samimiyetsizliği ilk fark eden de markaya markadan daha yakın olan çalışanlar olacaktır. Saygılarımla,