Hepimizin içinde hem kötülük hem iyilik vardır. İçimizdeki iyi ve kötü birbiriyle çatışır ve biz bu çatışmada (Jung) hangisini seçersek onu yaşarız. İyi olmak da kötü olmak da elimizdedir.
Bütün dinlerin amacı, insanın içindeki kötülüklerden kurtulması ve yaşadığı her gün seçimlerini iyiden yana yaparak olgunlaşmasını sağlamaktır. Bütün dinlere göre hayatın amacı olgun bir insan (kâmil) olmaktır. Bu yolculuğun sonu, Budizm’de Nirvana, Sufizm’de Fenafillâh mertebeleridir.
Her sabah işyerlerimize giderken içimizdeki iyiyi de kötüyü de beraberimizde götürürüz. İçimizdeki kötü denetimimizden çıkarsa etrafa negatif enerji yaymaya başlarız. Kötü tavır ve davranışlar çatışmalara neden olur ve kendi kendini besleyen bir süreç başlar. Ortaya çıkan kötülük herkesi olumsuz etkiler. Bir kişiden yayılan zehir, herkesi zehirler. Bir kişinin olumsuz davranışı, tüm ortamın ahengini bozar. Kötülük hızla bulaşır.
Bulundukları ortamı zehirleyen çeşitli insan tipleri vardır:
– Kendi ihtiyaçlarını diğerlerinden daha önemli ve acil zanneden “benciller”,
– Kuralların kendileri için değil de diğerleri için koyulmuş olduğunu düşünen “asiler”,
– Sorumluluk üstlenmekten kaçan, sürekli etrafını suçlayan “hamlar”,
– Kendi istedikleri olmayınca sorun çıkaran “huysuzlar”,
– Öfkeli, sivri dilli, saldırgan tavırlı “kavgacılar”,
– İğneleyici ve küçümseyici sözlerle etrafta sürekli negatif bir hava estiren “kibirliler”,
– Hemen her konuda kendi görüşünü herkese kabul ettirmek isteyen “çokbilmişler”,
– Her durumu dramatikleştiren, sürekli sızlanan ve her şeyden şikâyet eden “mızmızlar”,
– Egoları şişkin, kendilerini mükemmel zanneden ”narsistler”,
– Her şeyi kontrol altında tutmaya çalışan ve etrafındaki herkesi bu aşırı kontrolle kasıp kavuran “obsesif-kompulsifler”,
– Her durumda mutlaka olumsuz bir yön bulan “felaket tellalları”.
İçlerindeki kötülüğü zapt edemeyen insanlar hepimizin çevresinde var. Kendilerine yenik düştükleri yetmiyormuş gibi bizi de zehirlerler. Bize kötü günler geçirten onlardır. Onlar hayatın zaten var olan zorluklarını bir kat daha artırırlar. Bulundukları ortamda kamplaşma, kutuplaşma ve çatışma yaratırlar; kendi halinde çalışan insanları tedirgin ederler, şirkete olan bağlarını zayıflatırlar.
İçinde yaşadığımız dönemde çalışanların çoğunluğu ya aklı ve bilgisiyle ya da yaratıcılığıyla iş yaptığı için, çalışma ortamını zehirleyenlere karşı duyarlılığımız giderek artıyor. Sorunlu bir insan, bütün bir bölümün moralini bozup, ciddi verim kayıplarına neden olabiliyor. Üretim bandında çalışmadığımız için, “zihin açıklığına ve ruh sağlığına” hiç olmadığı kadar çok ihtiyacımız var.
Bir yöneticinin görevi iş ortamında verimliliği sağlamak olduğuna göre, işyerinin esenliğini koruma görevi de vardır. Gergin ilişkiler içinde başarı sağlamak mümkün olmayacağından, bir yöneticinin iş ortamına zehir saçanlara kayıtsız kalma lüksü yoktur.
Drucker yöneticilerin, insanların içindeki iyiyi ve kötüyü yönetmekle ilgili bir iş olduğunu söyler. Bir yöneticinin görevi, hem “sorunlu” insanları yönetmek hem de onlara rağmen çalışma iklimini pozitif, yapıcı duyguları ortaya çıkaran bir iklim haline getirmektir.
Benim şahsen son yıllarda bu konuya duyarlılığım çok arttı. Gerek özel hayatımda gerekse iş hayatımda içinde bulunduğum ortamlarda olumsuz tavırlara karşı yüksek bir farkındalık içindeyim. Ne zaman olumsuz bir tavırla karşılaşsam, yaptığım işi durdurup önce söz konusu tavrı yapanın sıkıntısının kaynağını anlamaya çalışıyorum. Bunu doğrudan kendisine sorarak yapıyorum. Yapmakta olduğumuz işin akışını durdurup, böyle bir soru sormak kimsenin alışık olduğu bir durum değil. Dolayısıyla çok etkili oluyor. Sorduğum soruyu son derece samimi, kinayesiz, imasız, doğrudan soruyorum. Bu yöntem çok işe yarıyor. Size de tavsiye ederim. Yaptıkları tavrın nedenini doğrudan kendilerine sormak –suçlamadan sormak- onları problemlerinin gerçek kaynağını araştırmaya ve iletişimlerini daha pozitif bir eksene taşımaya yönlendiriyor.
Siz de deneyin. Havanızı kirletenlere izin vermeyin.
Ayrıca, çok yakın olduklarıma (beni yanlış anlamayacaklarından emin olduklarıma), içlerindeki olumsuz duyguları yönetemedıklerini açık açık söylüyorum ve biraz hava alıp kendilerine geldikten sonra aramıza katılmalarını istiyorum.
Şurası bir gerçek ki havamızı zehirleyenler hep olacak. Bizim bunlara rağmen içinde bulunduğumuz ortamları temiz tutmayı başarmamız lazım.
Yazınızı çok beğendim. Bulunduğum ortamda böyle insanların çok olduğunu düşünüyorum. Aslında süperiz değil bu çünkü her yerde var. Bu konunun vijdanla ilişkisini nasıl kurmalıyız ?
Said,
Eğer bir ortamın havasını zehirleyenlerin vicdanları olsa zaten bu yaptıklarını yapmazlar.
Sevgiler.
Temel
Çok gzüel bir yazı. Bence çalışanların tepki ve olaylara bakış açısı ilk önce kendi sorumluluklarındadır. Olaylara pozitif ve olumlu yönden bakabilmek herkesin geliştirmesi gereken bir özelliktir. Ancak, öyle sanıyorum ki, yönetim tarafından bu konu öncelik olarak görülüp, desteklenmedikçe, çalışanın bunun üzeridnen tek başına gelmesi mümkün değil. Sanırım, bir çok şeyde olduğu gibi olumlu kültür, üst yönetimin desteğini almak zorunda. BU da Y Kuşağı ile beraber değişmek zorunda kalan yönetim anlayışını gerektiriyor sanırım…
Temel Bey
İnsan doğasını bu kadar güzel ifade edebilen bugüne kadar başka bir yazı hatırlamakta zorluk çekiyorum.Tespit ve değerlendirmeniz o kadar güzel olmuş ki sonuçlar canlı canlı karşımızda durmakta.
Sayın Cengiz ÖZGÜLE nin yorumu içinde teşekkür ediyor ve kabul edersiniz Doç.Dr. Nusret KAYA nın eserlerini özellikle Temel İnşaat Bozuklukları adlı eserini tavsiye ediyorum.
Ellerinize Sağlık,
Temel Bey,
Pek çoğu benim için yol gösterici olan yazılarınız için bu yazı vasıtasıyla teşekkür etmek istiyorum.
Tanımlama arayışımız, sadece başkalarına yönelik olmamalı. Bu sıfatlardan pek çoğunu başkaları adına kendime de yakıştırabiliyorum şimdi. Bence önemli olan ’insan perhizi’ne kendinden başlayabilmektir.
ben farklı birşey yakaladım bu yazıda aslında ne kadar iş olmuş insanların hayatı ben herkesi olduğu gibi kabul eder ama gardımı almayıda ihmal etmem. çünkü aslında her işyerinde her profile uygun her insanı bulmak mümkün ben bu yazıda yoksa renk olmaz gibi.ben benimdir işimi yaparım bu kadar ben asıl simi,t kokusu hatırladım bu yazıda yılbaşında kızma biraderi hatırladım çocukluk arkadaşlarımı hatırladım ve yazdıklarımı göremiyorum çünkü yazı çok aşağıya gitti
Temel Bey gerçekten çok önemli bir konuya değinmişsiniz. 6 aylık iş yaşamımda hergün çalışma ortamımı zehirleyen insanlarla karşı karşıyayım. Tüm bu bahsettiğiniz konular bir organizasyonun etkin ve başarılı yol alması için gerekliymiş gibi görünüyor ama nedense artık bu konulatın sadece teoride olduğunu düşünmeye başladım. İş ortamımı zehirleyen insanlar var, ki buna genel müdür de dahil, fakat yine de başarısızlarmış gibi görünmüyor. Hatta yıllardır yazınızda bahsettiğiniz insan tiplerinin neredeyse hepsinin bulunduğu bir ortamda oldukça yükselen bir başarı grafiğiyle yol alıyorlar. Her gün bunu düşünüp “bu nasıl olabiliyor” diye soruyorum kendime.
ilk işe başladığım günden bu yana tek istediğim etkin bir biçimde çalışmak, işlerimi doğru ve zamanında yapmak ve bulunduğum organizasyona bir değer katmak. Karşılığında elimde kalan ise kendimi başarısız ve yetersiz hissetmemi sağlayan bilinçli olarak söylenmiş sözler ya da yapılan tavırlar. Ve herkes birbirine karşı hep aynı şeyleri yapıyor. Çoğu zaman bunlarla başa çıkamayacağımı hissediyorum ama içlerindeki bu zehri bana bulaştırmalarını da istemiyorum.
Gerçekten merak ettiğim ise nasıl hala başarılı olabiliyorlar?
Yazınız için teşekkürler
Sayın AKSOY;
İnsanlar kendi istekleri ile dünya ya gelmedikleri gibi içinde yaşayacakları aile ve çevre ortamını da kendileri belirleyemez.Kendimizin belirleyemediği bu ortamlar küçüklükten başlayarak algılarımızı,tutumlarımızı,hayata bakış açımızı,anlam verme özelliğimizi,farkındalığımızı,karakter bütünlüğümüzü belirler.
Yazınızda belirttiğiniz ortam zehirleyen insan tiplerinin oluşması çocukluk zamanlarından gelmekte ve olgunluk yaşlarında daha belirgin olarak ortaya çıkmaktadır.
Bir kişi bencil ise,asi ise,huysuz ise…. bu özelliğini bebeklik ve çocukluk yaşlarındaki olumlu yada olumsuz aile ve çevre ortamlarından almıştır.Bu karakterleri olgun yaşlarında kemikleşmiştir.Bence ölene kadar da üstünden çıkmayacaktır.
Çalışma ortamlarımızda böyle insanlar ile ( belki bizde de buna benzer davranışsal özellikler vardır.Bunu karşı taraf daha iyi görebilir)beraber çalışmak organizasyonlara farklı bir bakış açısı getirebilir.Yeter ki doğru yönetilsinler.
Saygılarımla;
Cengiz ÖZGÜLE
Peki havayı zehirleyen genel müdürse ne yapılabilir? Ayrıca üst yönetim de bu kişiye muhtaç isteseler de kovamıyorlar…
Ayşe Hanım,
Kabu ediyorum ki bu durum daha zor. Genel müdürün bu tavrının eninde sonunda kendini baltalayacağına inanıyorum, ama bu sizin kısa vadede daha huzurlu bir iş ortamına kavuşmanızı sağlamaz. Hepimizin daha esenlikli bir ortama ihtiyacı var.
Size de böyle bir ortam dilerim.
Sevgiler.
Temel
Temel Bey,
Tanımladığınız kişilere isim vermekte nedense hiç zorlanmadım.
Kendimi ise “mızmızlar” kategorisine sokuyorum.
Ama beni bu “havalar” mahvetti! demeden de edemeyeceğim..
Bu güzel yazınız için çok teşekkürler.
Temel Bey,
Mükemmel bir yazı olmuş,
Elinize, düşüncenize sağlık.
Eleştirmek, suçlamak, şikayet etmek bu üç tavrın olmadığı yerde “üretim” vardır. Yazınız için teşekkürler.
Temelciğim,
Çok güzel özetlemişsin.
özellikle çalışanları sınıflama biçimin beni hayli tebessüm ettirdi.
Ertek’de bir konuşma konusu olur.
HG
Böyle bir kişiyle aynı odada çalışıyorsam ne yapmam lazım 🙂
Ceren,
Aynı odada da yazımda anlattığım yöntemleri kullanmak gerekir diye düşünüyorum.
Sevgiler.
Temel
Güzel yazı! Güzel öneriler.
Geçtiğimiz hafta konuştuğum expat bir headhunter Türkiye’de araştırma sektöründe profesyonelliğin dışında bir dedikodu kültürü olduğunu saptadığını söyledi. Havayı zehirleyenlerin ekmeğine yağ süren bir kültür… tehlikeli. Sektördeki insan kaynağı sıkıntısı da perhizi henüz mümkün kılamıyor.
Sevgilerimle