Çocukluğumuzdan beri bizlere zorluklarla mücadele etmek, ısrarcı olmak, vazgeçmemek, pes etmemek gerektiği öğretildi. Karşımıza imkânsızlıklar çıktığında bile mutlaka bir yol bulmak zorunda hissediyoruz kendimizi.
Bütün kahramanların öyküleri mücadele üzerinedir. Onlar böyle yaptıkları için kahraman olmuşlardır. Biz de onların nasıl kahraman olduklarını çok iyi öğrendiğimizden, hepimiz kahramanlığın “asla vazgeçmemek” olduğunu biliriz. Üstelik hepimizin buna benzer öyküleri vardır. Hepimizin, kendi çapında “kahramanlıkları” vardır. Kahramanlığın ne olduğunu biliriz. Direnmek, dayanmak, vazgeçmemek, pes etmemek bilinçaltımıza kazınmıştır.
Fakat hayat her zaman direnmekle yaşanmıyor. Öyle anlar, öyle durumlar var ki artık gerçekçi olmak ve o işin olmayacağını, o ilişkinin yürümeyeceğini kabul etmek gerekir. Kabul etmek ve vazgeçmek gerekir.
Ama vazgeçmeyi gerektiren o zamanı bilmek hiç de kolay değil. Çünkü atalarımız hayatta kalmak için “ölümüne” mücadele ettikleri için, bu davranışı bize genetik bir miras olarak bırakmışlardır. Biz de bu genetik mirasla yaşarken karşımızı “artık oluru kalmamış” durumlar çıktığında bile hala mücadele etmeye devam ederiz. Bu nedenle emek verilen bir ilişkiden, bir işten, bir fikirden vazgeçmek dünyanın en zor şeylerinden biridir. Kendimiz, ailemiz, şirketimiz, markamız için artık ‘faydası kalmamış’ olanı terk etmek zor gelir bize.
Ne kadar başarısız olursa olsun koltuğunu bir türlü bırakamayan politikacılar; akademik hayatta bir türlü emekliliğini isteyip de yerlerini gençlere bırakamayan yaşlı başlı profesörler; başarısız olduğu için şirketin kaynaklarını tüketmeye devam eden zamanı geçmiş ya da baştan ölü doğmuş ürünler hep vazgeçmesini bilmemenin örnekleridir.
Bitirmesini bilmemek, özel hayatımızda da yakamıza yapışan bir zulümdür. Ne kadar cendereye dönüşse de bir türlü vazgeçemediğimiz ilişkilerimiz, evliliklerimiz hep bitirmesini bilememekten kaynaklanır.
Sadece kendisine güvensiz ya da zayıf kişiler değil; birçok zeki ve güçlü insan da kendisi için kötü olduğunu bildiği halde gerek profesyonel, gerekse özel hayatında bir türlü bitirmeyi başaramaz. Sanki bilmekle yapmak arasında bir uçurum vardır. Bu insanlar bir türlü düşüncelerini hayata geçiremezler. İçlerinde bir şeyler engeller onları. Bitirmenin daha doğru olduğunu bilseler de, mesele ‘yapmaya’ gelince dehşete düşerler. Kimi zaman bitirmenin eşiğine kadar gelirler, ama sonra vazgeçerler. Bazı mazeretler bularak kendilerini kısırdöngüye hapsederler.
Bir ortaklığı bitirememek, bir iş ilişkisini bitirememek, bir ürünü üretmeyi durduramamak ya da bir markaya yatırım yapmayı sonlandıramamak aslında düşündüğümüzden çok daha sık rastlanan bir durumdur.
Bugün Türkiye’deki (ve dünyadaki) şirketlerde “bitkisel hayatta” yaşayan ama aslında “ömrünü tamamlamış” birçok ürün var. Bunlar, şirketlerin kaynaklarını tüketmeye devam ediyor, zararlar sürekli büyüyor.
Peter Drucker‘a göre vazgeçmesini bilmemek, yarının fırsatlarını geçmişe kurban etmek demektir, “ölümcül bir günahtır!”
Drucker “Bir cesedin kokuşmasını önlemeye çalışmak kadar zor, masraflı ve nafile bir çaba yoktur.” der. Bugün işlevini yitirdiği için artık ”düne ait” olandan vazgeçmesini bilmeyen liderlerin yarını da yaratmaya muktedir olmadıklarını söyler. Şu ya da bu sebepten ömrünü doldurmuş işler için kaynakları kullanmaya devam etmenin israftan öte bir şey olmadığını ve bunu yapmaya hiçbir yöneticinin hakkının olmadığını anlatır.
Bitmeye mahkûm olan işleri, ilişkileri, yatırımları bitirmeyi öğrenmeliyiz.
Ben, gerek özel gerekse iş hayatımızda neden terk etmeyi bir türlü hayata geçiremediğimiz üzerinde kafa yormamız gerektiğini düşünüyorum. Sağlıklı adımlar atarak ilerlemek ve imkânlarımız dâhilinde daha doyurucu bir hayat yaşayabilmemiz için bazı ilişkileri ya da işleri bitirmemiz gerektiği halde, körü körüne inat etmemizin arkasındaki nedenleri iyi anlamamız gerekir.
Vazgeçememekle ilgili, birçok davranış bilimci ve psikolog üç temel sınır üzerinde hemfikirdir. Vazgeçmemizi zorlaştıran ilk sınır “mantıksal mazeretlerdir”. Zihnimiz vazgeçme halinde gelişecek olan yeni durumun bilinmezliğinden-belirsizliğinden ürker ve kendi kendine mükemmel “mantıklı gerekçeler” üretir. Değişimin getireceklerinden korkmamızın tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir.
Değişimden, değişimin getireceği yeni durumları yönetememekten korktuğumuz için vazgeçmekte zorlanırız ve mantıklı sebepler bularak mevcut duruma devam ederiz. Mevcut ne de olsa yönetebildiğimiz bir şeydir. Vazgeçmek ise mevcut durumun alışılmış rahatlığından uzaklaşmak demektir. Bu durumda zihnimiz bir oyun oynamaya başlar. Vazgeçmek zayıflıkmış gibi gelmeye başlar bize. Her ne pahasına olursa olsun “vazgeçmemekte” o kadar diretiriz ki zamanla korktuğumuzdan da zayıf duruma düşeriz.
Vazgeçememe durumundaki ikinci sınır genelde sahip olduğumuz inançlarla ilgilidir. Bu inançlar, bize verilen öğütlerden öğrendiklerimizdir. Hepimiz “katlanmanın” erdemleri üzerine eğitilmişizdir. Vazgeçilmesi gereken duruma tahammül etmeyi “fedakârlık” ve “güçlü olmak” olarak görürüz. Bir ilişkiyi bitirmek, “başarısızlığı kabul etmek” gibi ve her ne pahasına olursa olsun devam etmek ise “mücadeleci” olmak gibi gelir bize. Bu psikoloji bize vazgeçmeyi, “yenilgi” olarak algılatır.
Üçüncü sınır ise en derinde yatan duygularımızdır. Korku, bizim en “mantıklı ” görünen kararlarımızı bile en çok etkileyen duygudur. Korku öyle baskın bir duygudur ki en güçlü görünen kişilerin bile karar almasını engeller. Hatta korku, biz farkında bile olmadan harekete geçerek bizi “vazgeçmemiz gerekene” daha da bağımlı bir hale getirir. Giderek hastalıklı bir ilişki bile çıkabilir ortaya…
Bu sebeple elbette büyük hedeflere ulaşmak için çalışmayı, sebat etmeyi, kararlı olmayı, mücadele etmeyi ve içimizdeki kahramanı ortaya çıkarmayı bilmeliyiz. Savaşmazsak hiçbir kazanım elde edemeyiz. Buna sonuna kadar inanıyorum ve bu tutumu çok değerli buluyorum.
Ama öyle bazı durumlar vardır ki terk etmesini bilmek gerekir.
Vazgeçilecek durumu ve zamanı bilmek gerçekçiliktir. Gerçekçi olmayı bilirsek, bizlere sınırlı miktarda verilmiş zamanı, enerjiyi ve gücü yeni şeyler yaratmak için kullanabiliriz. Ancak bu şekilde daha verimli, daha üretken, daha mutlu olabiliriz. Gerçekçi olmazsak bize emanet edilmiş kaynakları israf ederiz.
Peter Drucker, her şirketin her yıl düzenli olarak “terk etme” toplantıları yapıp; hangi ürünlerden, hangi uygulamalardan, hangi politikalardan vazgeçeceğine karar vermesi gerektiğini ve bunu bir alışkanlık haline getirmesi gerektiğini söylüyor. Şirketlerin ancak böyle yaparak tıpkı bir ağacı budamak gibi kendilerini tazeleme imkanı bulacağını söylüyor.
Peki, nasıl yapacağız da hem zorluklarla mücadele etmeyi, başarmak için dayanmayı, direnmeyi bilecek ve yeri ve zamanı geldiğinde terk etmeyi de bileceğiz?
Çok bilinen bir dua vardır: “Allah’ım bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmem için sabır; değiştirebileceğim şeyleri değiştirebilmem için cesaret ve bu iki durumu birbirinden ayırt edebilmem için bilgelik ver.”
Galiba hayatımıza değişimi getirebilmek ve yenilenmek için hem cesarete hem de bir nebze bilgeliğe ihtiyacımız var. Şirketler için gerekli olan bu tutum, bizim özel hayatlarımız için de gereklidir:
Tazelenmek için terk etmesini bilmek gerekir.
Bu konuyla ilgili aşağıdaki kitapları öneririm:
Bu yazıyla ilgili olarak aşağıdaki makaleleri ve linkleri öneririm :
1. Codependency
http://en.wikipedia.org/wiki/Codependency
2. James Surowiecki, The Decline of Brands, Wired Magazine, 2004
http://www.wired.com/wired/archive/12.11/brands.html
3. Lowell Bryan, Managing for improved corporate performance, McKinsey, 2003
http://mkqpreview1.qdweb.net/Managing_for_improved_corporate_performance_1328
4. Peter Drucker, The Five Deadly Business Sins
http://www.bmacewen.com/blog/pdf/WSJ.2005.11.29.DruckerFiveDeadlySins.pdf
5. Product life cycle management
http://en.wikipedia.org/wiki/Product_life_cycle_management_(marketing)
6. Strategy for volatile times, McKinsey article
http://download.mckinseyquarterly.com/volatile_strategy.pdf
Malesef yaşayarak içinde bulunduğumuz durumlardan çıkmaya bir karara varmak üzere beyin yolculuğuna çıkıp herşeyi ama herşeyi tartıp, yeri geldiği zaman en doğru olanın vazgecmek olduğunu anlayıp vazgeçtiğim , en duygusal anlarımdan sıyrılıp yalnızca gerçekçi olduğum , olmaya calıstigim … ne varsa yaşayıp buldugum tamda onlara değinmişsiniz bnde ne kadar doğru bir yolda olduğumu anlamış bulundum teşekkürler ..
En gerçekçi güzel ve moral verici yazılardan .
Teşekkür ederiz
Merhaba Temel bey,
Yazılarınızı büyük ilgi ile takip ediyorum. İçerik olarak literatür ve gerçek yaşamdan paylaşmış olduğunuz alıntılar gerçekten çok kıymetli ve üzerinde çok uzun zaman harcamayı, okumayı ve araştırma yapmayı gerektirecek türden. Bu değerli paylaşımlarınızdan ötürü size teşekkür etmek ve emeğinize saygılarımı sunmak istedim. Çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Saygılarımla
Kaçırdığım bir yazı…2010’da yazmışsınız, bugün karşıma çıktı. Aslında tam zamanında geldi, tam zihnimin ne yapmam gerektiği konusunda berraklaştığı bu günlerde. Haklısınız, tazelenme vakti geldi.
Sevgilerimle
Temel bey,
Tebrik ederim.
Yazınız ile insan psikolojisini çok başarılı ifade edip kaleme almışsınız.
Kendi adıma olumlu açı ile hayatıma yön tutacaktır.
Saygılarımla,
Sevgili Temel Bey,
Demek ki "İnsanın içine su serpmek" bu oluyor. Yazınız öyle cesaret verici olmuş ki kişinin kendisine olan güvenini arttıyor ve adeta değişik bir enerji ile dürtüyor insanı. Sanırım, bundan sonraki yaşantım için bu yazınızı bir yol gösterici olarak hep aklımda tutup uygulamaya çalışacağım. Zararın neresinden dönülse karmış:) Fikirlerinize ve emeklerinize sağlık…
Sevgilerimle,
Temel Bey
Yazınızı çok beğendim ve bunu beğenmekle kalmayıp hayatımada geçiricem eminimki şuan olduğumdan daha mutlu olucam…Teşekkürler
Son yaşadığım tecrübemden arta kalan zihinsel karmaşama son verdiğiniz için çok teşekkür ederim.
Merhaba,
Mükemmel bir yazı ve çok önemli bir konuya dikkat çektiniz. Bırakmamaya programlanmış gibiyiz; sevgisiz evlilikleri, tutkusuz işleri, başarısız markaları.Bırakmak gerek.
Merhaba Temel Bey,
En basit ifadesiyle hislerime ve yaşadıklarıma tercüman oldunuz.
Sevgiler,
Nurdan
Yazınız benim çok sevdiğim otobüs bekleme teorisini de destekliyor. Hani yürüyerek yarım saatte gideceğiniz yere otobüsle gitmek istediğiniz için durakta otobüs beklersiniz. Otobüs dakikalarca gelmez, ama ya gelirse diye yola da çıkamazsınız. Sonra da bu kadar bekledim, emeğime yazık, biraz daha beklerim dersiniz. Ve o otobüs gelmez yanlış durakta beklediğiniz için… Ve geçmişteki emekleriniz ziyan olmasın diye beklerken o anınızın, zamanınızın da geçip gittiğini çok sonradan farkedersiniz.
Çok değer verdiğim bir dostum sayesinde okudum yazınızı. Değişikliği ve yenilenmeyi çok seven biri olarak çok severek okudum. İyi ki göndermiş bana da. Sayesinde tanımış oldum sizi ve şu ana kadar tanımadığıma da utandım açıkçası. Şimdi izninizle geçmişteki tüm yazılarınızı okumaya başlıyorum teker teker. Ve tekrar teşekkür ediyorum bu güzel paylaşım için. Selamlar, saygılar.
Temel Bey,
Sizi Eskişehir'de Anadolu üniversitesinde dinlemiştim.
Orada da kendi hayatınızdan kariyer çizginizi nasıl değiştirdiğinizden bahsetmiştiniz.
Bir insanın kariyerini başka bir yöne doğru ilerletmesi en zorlu kararlardan biridir. Cesur bir yazı olmuş.
Teşekkürler.
Selamlar Temel bey,
Konuyu harika bir dille ele almışsınız. Değişim için sadece istemek yetmiyor, kökleşmiş, eski kalmış tutumlardan arınmak için vazgeçmek gerekiyor aynı zamanda.
Sevgiler,
Sanırım bir alıntıyı paylaşmanın tam yeri:
“Kaosa giden yol, düzeltmelerle döşenmiştir.”
Sevgiler,
Mehmet Aksu
Sanırım Türkiyede yaşayanların bir çoğunun, bu yazıya ihtiyacı vardı. Teşekkurler.
Temel bey,
Yazılarınızı büyük bir zevk ve iştahla okuyorum. Gözlemlerinizin devamını sabırla beklerim.Teşekkürlerimi bildiririm.
Şen ve bilgili kalmamız ümidi ile esenlikler dilerim.
Psk.Eyüp Tunahan
öğretilenlerin aksine bir yazı..
öğretilenlerin aksine, tecrübe edilerek öğrenilecek bir sonuç..
bazen vazgeçmenin kişi için gerçek başarı olduğunu anlamak insanın yıllarını alabiliyor..
yine çok keyifle okunan bir yazı, tebrikler..
Sn.Temel Bey,
Sizi tanıdıgım günden beri bir çok konuda hemfikir olmanın mutlulugunu
yaşıyorum.Sizi ve gayretlerinizi yürekten takdir ediyorum,başarılarınızın
devamını dilerim.
Selamlar …….. İY
Temel Bey Merhaba,
İstanbul'dan Gümüşlük'e taşındığım dönemden bugüne kadar sık sık “Temel Bey derdi ki” diye başlayan cümleler kurdum, kuruyorum. Bu yazınızı da çok beğendim. Piar'da yaptığımız ilk görüşmeden Remark'ta devam eden 8-9 yıl boyunca sizden çok şey öğrendim. Özellikle “kendini tazeleme” konusunda sizden her zaman çok etkilendiğimi bilmenizi isterim. Lütfen fikirlerinizi paylaşmaya devam edin..
Sevgiler,
Sevgili Temel Aksoy,
Çok yerinde ve güzel derlenmiş bir yazı için kutlarım. Benim şahsi kılavuzum olan “Leave a good thing at a good time” ile örtüştüğü için de ayrıca keyif aldım.
Ağaç budamak ta iyi bir benzetme olmuş; ben bunun şirketlerde sadece sağlıklı büyümek için değil, aynı zamanda gereksiz/(hormonlu büyümeyi de sınırlamak ve “optimum size”ı bulmak için kullanılması gerektiğine inanıyorum. Tarihte birçok başarılı şirket büyümesini sınırlayamadığı ve/veya kontrol edemediği için zamanla yokolmaktan kurtulamamış.
Selamlar,
Temel Bey,
Yazınızı bir nefeste okudum.Hem iş hayatı ,hem de özel hayatımız için çok yol gösterici olduğunu düşünüyorum.
Hepimizin bildiği ama gözardı ettiği bu konuyu düşünmemizi sağladığınız için teşekkür ederim.
Bu ay içinde şirketimizde bir “terketme” toplantısı düzenleyeceğimden emin olabilirsiniz.
Sevgiler,
Temel Bey,
Değişim üzerine, mükemmel bir yazı olmuş, almak isteyen
herkes için, alınacak dersler var. Toplum olarak genellikle
durgun bir beyin yapısına sahip olduğumuzu düşünüyorum, bunun nedeni olarak da atasözleri ve deyimlerin insanları, mevcut olana bağlı kalmaya ittiğini-değişimden de uzak tuttuğunu düşünüyorum. Eski köye yeni adet getirmek… vb.
Oysa değişim ve dönüşüm hayatın aslıdır. Yeterki daha iyi olanı bulmaya
gayret içinde olalım. Çok teşekkür ediyorum, saygılarımla.