Pop Art akımının en önemli temsilcilerinden Andy Warhol, “Öyle bir gün gelecek ki herkes on beş dakikalığına ünlü olacak.” dediği zaman, ünlü olmak bu kadar kolay değildi. İnternet ve sosyal ağlar, “BBG Evleri”, “Pop Star” yarışmaları, “Benimle Evlenir Misin?”, “Gelinim Olur Musun?” programları da henüz ortalarda yoktu.
Andy Warhol, 1987’de New York’ta öldü, kehaneti ise her gün yeniden gerçekleşiyor. Dünya artık bir “ünlüler”” çağı yaşıyor.
South Carolina Üniversitesi, 2011 bahar sömestrinde, şöhretin toplumsal boyutlarını incelemek üzere “Lady Gaga ve Şöhretin Sosyolojisi” isimli bir ders açacağını duyurdu. Dersi verecek olan Profesör Mathieu Deflem bu derste “Bir insanı neyin ünlü yaptığını ve günümüz kültüründe ünlü olmanın ne anlama geldiğini” inceleyeceklerini söyledi. Herhalde bu ders üniversite tarihinde rekor katılımın olacağı bir ders olacak; çünkü bugün ünlü olmak özellikle gençlerin birinci ilgi alanı.
Lady Gaga henüz yirmi dört yaşında, 2010 MTV Ödüllerinde bir gecede sekiz ödül birden aldı. Röportajlarında Andy Warhol’den söz ederken bir filozof gibi davranıyor, ama aynı zamanda hayatı hiç umursamayan bir nihilist. Her şeyin ötesinde Lady Gaga, sıra dışı bir tarzı olan bir yeniçağ şöhreti.
Sayısız derginin kapak kızı olan bu genç kadın, bugün Facebook’ta Amerikan Başkanı Barack Obama’dan daha fazla ‘arkadaşı’ olan gerçek bir fenomen. Aynen kendisinden önceki Madonna, Britney Spears, Micheal Jackson, Paris Hilton gibi Lady Gaga da, sosyal tarihçi Daniel Boorstin’in deyimiyle, “yaratılmış-üretilmiş” (manufactured) bir ünlüdür.
Kızım beş-altı yaşlarındayken kendisine ne olmak istediğini sorduğumda, “Ünlü olmak istiyorum.” demişti. Bugün sadece çocuklar değil, yetişkinler de ünlü olmayı bir “kariyer” gibi algılıyor. Ünlü olmak her kapıyı açan sihirli bir anahtar. Üstelik bugün “kısa yoldan” ünlü olmak hiç de imkânsız değil. İbrahim Tatlıses, bir inşaat işçisiyken ünlü olmuşsa, güzel sesi olan her genç için ünlü olma yolu açık demektir. Neden olmasın?
Tüm insanlık tarihi boyunca şöhret olmanın cazibesi hep çok yüksekti. Princeton kökenli kültürel antropolog Fred Inglis‘in dediği gibi, eski zamanlarda krallar ve kraliçelerin güçlerini tanrılardan aldıklarına inanılırdı. Şöhret onların tekelinde olan “ilahi” bir güçtü. Aslında o dönemlerin algısı hala etkisini sürdürüyor galiba: Bugün hala şöhret olmak ilahi bir güce sahip olmakla eşdeğer gibi görülüyor. Şöhretin cazibesinin içinde böyle bir gücü elde etmek var.
Sanatçı ünlüler, sıra dışı hayatlar yaşama cesaretine ve özgüvene sahiptirler. Sıradan insan için yasak olan birçok şey, onlar için mübahtır. Zeki Müren’in Türkiye’deki her tabuyu yıkabilmiş olmasının altında böyle bir toplumsal hoşgörü vardır. İnsan bir kere ünlü olunca neredeyse dokunulmaz olur. Ünlü olma isteğinin altında bir dokunulmazlık özlemi de vardır hiç kuşkusuz.
Eskiden krallara ve kraliçelere özgü olan ünlü olma ayrıcalığı, sonraları ülkeleri yöneten siyasetçilere; endüstri devrimiyle birlikte kendilerine sıra dışı hayatlar “satın alabilecek” olan zenginlere de yayıldı. Zenginlerin oluşturduğu jet sosyete, magazin basınında herkesin ilgi odağı oldu. Böylelikle şöhret, tanrılar katından zenginlere ve sahne yıldızlarına devroldu.
Bugün ise bambaşka bir olguyla karşı karşıyayız: Kendi çektiği videoyu Youtube’a koyup insanların ilgisini çekebilen herkes ünlü olma potansiyeline sahip. Çağımızda ünlü olmak giderek demokratikleşiyor. Artık ünlü olma yolu herkese açık. Bugün ünlü olmak, bir özelliğe sahip ve yeterince “özgüveni” olan herkesin ulaşabileceği bir mertebe haline geldi.
Teknoloji ve internet, şöhreti herkesin ulaşabileceği bir yere doğru yaklaştırırken imaj endüstrisi de ünlülerin yaşadıkları “cazip hayatlara” büyük kitlelerin özlem duymasını körüklüyor.
Futbol yıldızı, pop star, sahne sanatçısı, manken, TV sunucusu olmak için insanlar her şeyi yapmaya hazır! Reality show’lar bu çağın ünlü fabrikaları gibi çalışıyor. Sıradan insanlar TV kameraları karşısında kendilerini tuhaf ya da komik duruma düşürmekten hiç çekinmiyorlar.
Şöhretle kitleler arasında, her zaman bir “sevgi nefret ilişkisi” olmuştur. Aslında büyük kitleler, şöhretleri bir taraftan hayranlıkla izlerken, diğer taraftan da onları karalamak isterler. Çünkü kitlelere göre ünlülerin çoğu, pek de hak ederek ünlü olmamışlardır. Günümüzün ünlüleri, ünleriyle orantılı gerçek bir yeteneğe ya da başarıya sahip değillerdir. Son yıllarda bizim dilimize yerleşen “ikoncanlar” bu tarife uyan meşhurlardır.
Ünlüleri ilgiyle izliyoruz; ama elimize fırsat geçtiğinde onları lime lime etmeye de bayılıyoruz. Melis Alphan’ın, dediği gibi, “Onların frikik vermesini bekliyor, açıklarını merak ediyor, sarhoş olup yerlerde sürüklenirken yakalanmalarını, eşlerini aldatırken görüntülenmelerini, eşcinsel olduklarının ortaya çıkmasını, birilerinden çocuk peydahlamalarını, objektiflere makyajsız halde yakalanmalarını, rezil rüsva olmalarını istiyoruz.”
İster kendi çevresinin şöhreti isterse tüm dünyanın tanıdığı bir yıldız olsun, insan şöhret olunca kendini “önemli ve ayrıcalıklı” hisseder. “Fark edilmek ve seçilmek” dürtüsü genlerimize işlemiştir. İnsanlar güç sahibi olmak için ünlü olmak isterler.
Bugün internet ve özellikle sosyal medya sayesinde ünlü olmak, Warhol’un dediği gibi, herkesin erişebileceği bir mertebe oldu. Bugün şöhret statüsünü elde etmek için soylu bir kana ya da büyük servete sahip olmaya gerek yok. Daha kestirme yollarla ünlü olmak pekâlâ mümkün. Artık isteyen herkes, biraz çabayla ünlü olabilir. Bugün televizyon kanalları, bir programlık ‘ünlüler’ yaratıyor.
Dünya pek fazla özelliği olmayan şöhretlerle dolu. Bu şöhretler, bir kere şöhret olma fırsatını yakalayınca bir daha gündemden düşmemek için aşırı çaba gösteriyorlar. Kendilerini sürekli ilginç bir şeyler yapmaya hatta skandallar yaratmaya mecbur hissediyorlar. Ünlülerin pazarında çok fazla ünlü olduğu için, bugünün ünlüsünün ilginç bir şey yapmadığı takdirde yarın unutulması çok mümkün.
Ancak şu da bir gerçek ki, ünlü olmak kolaylaştıkça, ünlü olmanın ışıltısı da azaldı. Şöhret, kısmen de olsa eski anlamını ve statüsünü yitirdi. Şöhretlerin hayatlarını izlemek insanlar için bir “eğlence” oldu. Gerçekten de, Michael Jackson‘ın hayatı bir pembe dizi gibi değil miydi? İçinde sadece başarıları yoktu. Ailesiyle çekişmeleri, kararsız davranışları, estetik ameliyatları, tuhaf evlilikleri, gizli çocukları, kanunla başının derde girmesi, uyuşturucu kullanma iddiaları ve sonunda da gizemli ölümü vardı.
Eskiden Marilyn Monroe, Eva Peron ya da Türkân Şoray ulaşılmazlardı. Ulaşılmaz oldukları ölçüde de gizemli ve şöhretlilerdi. Evet, Twitter, Facebook ya da YouTube sayesinde artık ünlü olmak çok mümkün ama diğer taraftan da bu teknolojiler geniş kitlelerin bu ünlülere ulaşmalarını çok kolaylaştırıyor. İletişim teknolojileri şöhretin gizemi yok ediyor.
Ama her ne olursa olsun ünlüler kitlelerin ilgisini çekmeye devam ediyorlar. Toplum kendi yapamadığını, onların yaptıklarında tatmin ediyor. Şöhretler, sıradan insanların dünyalarında bireysel bir doyum yaratıyorlar. Çoğunluk, sıradan bir insan yaptığında “ayıplayacağı” davranışı; ünlüler yaptıklarında hoş görüyor hatta onaylayıp sevimli buluyor.
Nasıl bir yolla edilmiş olursa olsun şöhret, tuhaf bir şekilde, bir itibarı ve saygınlığı da beraberinde getiriyor. Toplum, yasak olanı yapma cesaretini gösteren hatta “ahlaksızlık” yapan kötü şöhretleri bile “kahraman” olarak görebiliyor. Normal koşullarda asla kabul görmeyecek davranışlar, “şöhret tozuna” bulandığında kabul görebiliyor.
Şöhret sadece saygınlık ve itibar yaratmaz, bir güven duygusu da verir. Ipsos araştırma şirketinin yaptığı ve MediaCat dergisinde yayınlanan araştırmada, ‘Hangi ünlünün tavsiyesi sizin marka tercihlerinizde etkili olur?’ sorusuna verilen cevaplarda, Türkiye’nin en güvenilir ünlüsünün 2010’da Cem Yılmaz olduğunu gösteriyor. Geçen yılların birincisi olan Seda Sayan ise bu sene ikinci sırada yer alıyor, Başbakan Erdoğan ise on brinci sırada. (Celebrity Güven Endeksi). Bugün birçok marka Cem Yılmaz ve Seda Sayan’la işbirliği yapmak için can atıyor. Kendi deneyimlerimden de biliyorum ki bu ünlüler, markaların satışlarını gerçekten arttırıyor. Ünlü olmak para kazandırıyor, hem kendilerine hem de bütünleştikleri markalara.
Ünlü olmak içinde yaşadığımız “tüketim toplumumun” en önemli olgularından biri. Üstelik eskiye kıyasla çok daha fazla insan için erişilebilir bir mertebe ve bu nedenle özellikle gençlerin rüyalarını süslüyor.
Ben oldum olası ünlü olmayı çok ürkütücü buldum. Ünlü olmak insanın özgürlüğünü kaybetmesi gibi geldi bana. Anonim olmanın hafifliğine kıyasla, ünlü olmanın insanın omuzlarına dayanılmaz bir ağırlık yüklediğini düşündüm hep.
Lady Gaga, yaptığı röportajlarda asıl amacının “Kendisini takip eden kişilere, olmak istedikleri kişi olma şansını vermek; ünlü olmak yerine kendileri olma keyfini yaşamalarına yardım etmek, onların hayatı kucaklamalarına yardım etmek” olduğunu söylüyor. (Marie Claire Portre Ekim 2010)
Paradoksal olarak her ünlü aslında Lady Gaga gibi düşünür: Ünlü olduktan sonra bütün ünlüler, kimsenin tanımayacağı insanlar olmak isterler.
Konuyla İlgili Makale ve Linkler
- Dede Fitch, "Celebrity Power: Can Less Be More?"
- Leo Braudy, “The Frenzy of Renown: Fame and Its History”, Oxford University Press, 1986
- Daniel Boorstin , "The Image: A Guide to Pseudo-Events in America"
- Paul M. Barrett, “The Importance of Being Famous”, Bloomberg Business week,12.08.2010
- Erika Eichelberger, “A Brief History of Celebrity”, Newyork Inquirer, 01.12.2006
- Andy Warhol, "Celebrity Culture and the 1980s"
- Mark Stevens, “The endless 15 minutes”, Newyork Times , 01.02.2007
- University of South Carolina/ Department of Sociology Professor Mathieu Deflem, Ph.D. Socy 398d – “Lady Gaga And The Sociology Of The Fame”
- Gaga Course Blog – Lady Gaga and the Sociology of the Fame
- Joshua Gamson ,”The Web of Celebrity”, 30.11.2002
- Neal Gabler, Senıor Fellow, “Toward a New Definition of Celebrity”, The Norman Lear Center
- Janet Browne,Charles Darwin as a Celebrity, Wellcome Trust Centre for the History of Medicine at UCL
- Mathew L. A. Hayward, Vıolına P. Rındova, Tımothy G. Pollock, “Belıevıng One’s Own Press: The Causes And Consequences Of Ceo Celebrıty”, Leeds School of Business
- How Does Photography Define Celebrity?
- S. Mark Young Drew Pinsky, “Narcissism and celebrity”, Journal of Research in Personality, 2006
- Joseph Epstein, Celebrity Culture
- Aaron Jaffe, “Modernism And The Culture Of Celebrıty,” Cambridge University Press
- Türkiye`nin en güvenilir ünlüsünün 2010`da Cem Yılmaz
- Lady Gaga Çağı, Marie Claire Portre, Ekim 2010
Bu nasıl bir yazıdır ne kadar sürükleyici kısa okuyup geçicegim yazıyı bana sonuna kadar okuttun helal olsun
bu güne kadar okuduğum en değişik yazılardan biri yorum yapılması zor
Öykücü’den…
Hindistan’da, bir adam dünyayı fethettiği taktirde, özel bir isim alacağına dair bir efsane vardır- artık o sıradan bir kral, hatta bir imparator değildir. Ona çakravartin adı verilir. Bu, onun arabasının tekerleklerinin, dünyanın her yerine gidebileceği anlamına gelir, kimse onu durduramaz. O, en güçlüdür ve bu efsaneye göre, cenette çakravartinlere özel muamele yapılır.
Cenette altın bir dağ varmış. Sumeru adı verilen bu altın dağ ile kıyaslandığında, Himalayalar küçük bir oyuncak gibi kalırmış. Sadece çakravartinlerin isimlerini Sumeru dağına yazdırma ayrıcalıkları varmış. Ve bu çakravartin öldüğünde çok heyecanlanmış. Ne de olsa bie insanın cennetteki altın dağa imzasını atması, bir insanın sahip olabileceği en büyük ayrıcalıkmış…
Ama onu görebilecek bir tek sensen, ne anlamı var? Bunun üzerine bu adam öldüğü anda, tüm ailesinin- kreliçelerinin, arkadaşlarının ve kurmaylarının- hemen intihar etmesini buyurmuş. Böylecek hepsi aynı anda cennete ulaşabileceklermiş. Altın dağa adını, daha önce kimsenin yapmadığı kadar görkemli bir şekilde yazmak istiyormuş. Tek bir tanık bile olmadan, tek başına yazdırmak… Keyfi mi kalır? Kusursuz bir şekilde sergilemeliymiş.
Emir verildikten sonra, o öldüğü anda tüm arkadaşları, kraliçeleri, sarayın üyeleri, kurmayları, herkes intihar etmiş ve cennetin kapısından hep birlikte girmişler. Kapıdaki görevli onları durdurmuş ve şöyle demiş "Önce dağa adını yazmak için çakravartin tek başına girsin."
Ama hepsi itiraz etmiş "Ama biz tek amaç için intihar ettik, çakravartin’imizin hepimizin önünde adını yazmasını istiyoruz. Kraliçeleri burada, kurmayları burada, danışmanları burada, bakanları burada… Ve hepimiz onun adını yazdığını görmek için hayatlarımızı feda ettik. Bizi dışarıda bırakamazsın."
Ama kapıdaki görevli dönmüş ve çakravartin’e şöyle demiş "Bağışla beni, ben yüzyıllardır bu görevdeyim ve daha önce babam, ondan önce de büyükbabam vardı; zamanın başlangıcından beri atalarım burada. Ve bana büyüklerimin söylediği tek bir şey vardı ‘Asla, bir çakravartin’in başkalarının önünde dağa adını yazmasına izin verme, yoksa daha sonra çok pişman olur.’ Ama çakravartinler ısrar eder… Sen, yanında tüm ordusunu getiren ilk çakravartin değilsin; neredeyse her çakravartin aynısını yaptı."
"O yüzden senden sadece, eğer bu insanların da seninle birlikte girmesine izin verirsem, ileride çok pişman olacağını bilmeni istiyorum. Benim için sorun değil, istersen biraz düşün. Sen yenisin, ne yaşayacağını bilmiyorsun. Ben burada pek çok çakravartin’in geçtiğine tanık oldum ve hepsi sonradan bana teşekkür edip ‘Diğerlerine izin vermeyip beni tek başıma gönderdiğin için çok düşüncelisin’ dedi."
Çakravartin düşünmüş, "Ne yapmalı? Tam olarak neler olacağını bilmiyorum. Bu adam da dürüst ve samimi görünüyor, beni gereksiz yere geri çevirmek için hiçbir sebebi de yok… Belki de onun tavsiyesini dinlemeliyim." Bunun üzerine kapıda herkesi durdurmuş, gidip dağa adını yazmak için kapı görevlisinden gerekli araçları almış ve kapıdan içeri girmiş. Gözlerine inanamamış… Böyle bir güzellik! Baştan aşağı tek görebildiği altın. Dağ, öyle yükseklere uzanıyormuş ki Himalayalar gerçekten de oyuncak gibiymiş.
Adını yazacak bir yer bulmak için yaklaştığında şok olmuş, çünkü dağın üzerinde hiç yer kalmamış! Bütün dağın üzeri doluymuş… Ne de olsa zamanın başından beri orada. Milyonlarca çakravartin ölmüş. Bu adam "Ben çok özelim." diye düşünüyormuş, oysa bu koca dağın üzerinde küçücük bir boşluk bile yokmuş!
Dağın etrafında dolanmış, hiçbir yer yok. Sonra dağın koruyucusu ile karşılaşmış. Adam söze girmiş "Zamanını boşa harcama. Bin yıl bile arasan, boş bir alan bulamayacaksın; her yer dolu. Ben yüzyıllardır buradayım. Babam da burada hizmet etti- zamanın başlangıcından beri tüm ailem buradaydı. Ve atalarımdan duyduğum hep aynı hikaye, ne zaman bir çakravartin gelse, hiçbir yer olmadığı. O yüzden yapabileceğin bir başkasının ismini silip yerine kendi ismini yazman. Ve bu özel olma düşüncelerini bırak. Bu sonsuz bir varoluş. Bu yüzden kapı görevlisi, yanında getirdiklerinin içeri girmesine izin vermedi; tüm o insanların karşısında şerefini yitirecektin. Şimdi isimlerden birini silebilirsin; ben yardım edeceğim, buradayım."
Tüm keyfi kaçmış, tüm heyecanı gitmiş ve çakravartin dönüp adama "Yani yarın biri gelecek ve benim adımı da silecek" demiş. Dağın koruyucusu "Elbette, bu mümkün. Çünkü hiçbir boş yer yok. Başka bir dağ yaratamayız, cennetin tüm altınları bu dağ için kullanıldı. Sen sadece imzala ve kapıya döndüğünde, başın yukarıda, övünebilirsin. Kimse bilmeyecek, çünkü ben kimseye söylemeyeceğim.Git ve dağın bomboş olduğunu söyleyip havanı at."
Ama çakravartin dürüst ve şerefli bir adammış. "Bunu yapmayacağım; kendi adımı yazmak için başka bir ismi de silmeyeceğim. Adımı yazmayacağım; bu sadece aptallık" demiş. Geri dönmüş ve kapı görevlisine söylemiş "Sana müteşekkirim ve insanlarıma, neden sana müteşekkir olduğumu anlatacağım. Bu haberi, bütün dünyaya duyuracağım, çünkü bu insanlar intihar ettiler. Bir daha doğmak zorundalar, cennette kalamazlar."
"Mesajı dünyaya yazmak için tüm çabayı göstereceğim: ‘Cennetteki altın dağa adınızı yazmak için dünyayı fethederek yaşamınızı boşa harcamayın. Dağda yer yok. Önce bir başkasının ismini silmeniz gerek ki bu yeterince çirkin ve sonra o yere adınızı yazacaksınız, yarın bir başkası gelip sizin adınızı silecek. Bu olayın tamamı son derece aptalca.’ Şok oldum, ama içimde büyük bir farkındalık uyandı; insan özel olmak için uğraşmamalı, çünkü varoluş için kimse özel değil, ast ya da üst."
…Korkunu bir kenara bırakmanın tek bir yolu var, tüm enerjini özel olmaya çalışmak yerine kendin olmaya harcamak. Kendini bul, çünkü özel olmaya çalışırken kendinden giderek daha uzağa kaçıyorsun…
Öykü: Osho "Korku"