İnsan bildiğini başkasına neden anlatamaz? Neden uzmanların, şirket CEO’larının konuşmaları çoğu zaman anlaşılmazdır? Çocuklar, anne babalarının nasihatlerini neden dinlemez?
Çünkü çoğu insan, anlatırken kendi bilgisinin içinde kaybolur; sahip olduğu bilgiyi karşısındakinin zihnine nasıl aktaracağını bilemez.

Elizabeth Newton, 1990 yılında Stanford Üniversitesi’nde bir deney yaptı. Deneye katılanları iki gruba ayırdı. Birinci gruba Amerika’da herkesin ezbere bildiği şarkıların sözlerini verdi. Bu şarkıların bir bölümü okul yıllarında öğretilen, bir bölümü Amerikan kültüründe herkesin belleğine kazınmış şarkılardı. Katılımcılardan ağızlarından hiç ses çıkarmadan, bu şarkıların ritimlerini ellerini masaya vurarak çalmalarını istedi. İkinci gruptan ise, sözlerini ve melodilerini hiç duymadıkları bu şarkıların yalnızca ritimlerini dinleyerek hangisi olduğunu tahmin etmelerini istedi.
Ritimciler 120 şarkının ritmini çaldı; dinleyiciler bunlardan yalnızca 3’ünü doğru tahmin edebildi. Başarı oranı yüzde 2,5’tu. Anlaşılma oranının bu kadar düşük çıkmasının nedeni, ritmi çalanla dinleyenin aynı bilgi düzeyinde olmamasıydı. Ellerini masaya vurarak ritim tutan kişinin zihninde şarkının hem sözleri hem melodisi yankılanıyordu; dinleyense bu bilgiden yoksundu ve yalnızca ritmi duyduğu için hangi şarkı olduğunu çıkaramıyordu.
Bu durum hem acı hem de komiktir.
İsterseniz evde deneyebilirsiniz: Ritim çalarak şarkıyı anlatmaya çalışan kişi başarısız oldukça, dinleyenleri “anlayışsız” ya da “aptal” olmakla suçlamaya başlar. Herkesin, hatta çocukların bile ezbere bildiği bir şarkıyı neden bir türlü çıkaramadıklarını anlayamaz. Dinleyiciler ise yüzlerinde hafif bir tebessümle, dudaklarını büzüp kaşlarını kaldırarak ritim tutanın çaresizliğini izler.
Elleriyle bir şarkının ritmini tutan kişi, zihninde o şarkının melodisini ve sözlerini duymasa zaten ritim tutamaz. Dinleyenler ise bu müzikten ve sözlerden yoksundur; bu yüzden ritim tutanın hangi şarkıyı kastettiğini anlayamazlar. Çalanla dinleyen arasında iletişim kurulmaz, çünkü iki tarafın zihnindeki bilgi katmanları da bilginin niteliği de farklıdır.
Bir insanın zihnindeki bilgi, birçok katmandan oluşan çok boyutlu bir yapıdır. Müziğin söz, melodi, armoni ve ritimden oluşan katmanları olduğu gibi, bilginin de buna benzer katmanları vardır. Eğer dinleyen insanda bu katmanlar yoksa, anlatanın anlattığını zannettiği bilgi karşı tarafa geçmez.
Mesajı verenle mesajı alan arasındaki bilgi asimetrisi, bir iletişimin anlaşılmasının en büyük engellerinden biridir. Bir insan, karşısındakinin bilgi düzeyini dikkate almadan konuşursa, mesaj yerine ulaşmaz.
Ne kadar iyi anlattığının düşünürse düşünsün, karşı tarafın zihninde aynı anlam oluşmaz.
Günlük hayatta bir uzmanı dinlerken çoğu zaman zorlanırız. Çünkü onun anlattığı konuyla ilgili bilgiler, bizim zihnimizde ya hiç yoktur ya da yüzeysel bir düzeydedir. Oysa uzman, yılların deneyimiyle o konunun birçok boyutuna hâkimdir. Konuşurken bildiklerini özetler, geneller ve kendi zihnindeki bağlantılar üzerinden anlatır. Biz onunla aynı bilgi düzeyinde olmadığımız için, sözlerinin arasındaki anlamları yakalayamayız.
Bir hasta doktora gittiğinde, “Boğazımda yumru var”, “Öksürürken ciğerim yanıyor” gibi somut betimlemelerle derdini anlatır. Doktorun zihninde ise teşhis kodları, mikrobiyolojik olasılıklar ve tedavi protokolleri dolaşır.
Hastanın dili somuttur; doktorunki kavramsal. Eğer doktor kendi tıbbi diliyle konuşursa, hasta söyleneni anlamaz. Bu nedenle, deneyimli hekimler, bilgisini tıbbi terimlerle değil, insani bir dille anlatırlar.
Sadece tıp gibi uzmanlık alanlarında değil, hayatın her alanında genellemeler ve soyutlamalar insanların birbirlerini anlamasını zorlaştırır.

İnsan, öğrendiklerini zihninde genellemeler olarak özetleyip, bunları soyut kavramlarla anlattığında, karşısındakinin zihninde aynı anlamı yaratamaz.
Anne babalar çocuklarına nasihat ederken sık sık bu hataya düşer.
“İyi insan ol”, “Kendin ol”, “Hayatta doğru yolu seç” gibi sözler, anne babaların kendi hayat deneyimlerinden süzülen anlamları taşır.
Onlar bu sözleri söylerken, yıllar içinde yaşadıkları zorlukları, yaptıkları hataları ve öğrendikleri dersleri hatırlar. Ama çocukların zihninde bu kavramlar henüz şekillenmemiştir. Anne baba için anlam yüklü olan bu sözler, çocuklar için içi boş seslerden ibarettir. Bu yüzden çocuklar anne babalarının ne demek istediklerini anlamazlar. Anlamadıkları için de bu sözleri dinlemekten sıkılırlar.
Çok bilenin bildiğini anlatamamasına “bilmenin laneti” denir. Anlatan ne kadar iyi anlattığını düşünürse düşünsün, dinleyen aynı bilgi düzeyinde değilse aralarında ses geçirmez bir duvar oluşur.
Bu “lanet” hayatın her alanında karşımıza çıkar. Şirketlerinin vizyonunu ve değerlerini çalışanlarına anlattığını sanan CEO’lar, mesleki terimlerle konuşan uzmanlar, nutuk atan siyasetçiler, reklamlarda ürün özelliklerini anlatan reklamcılar … Hepsi “bilmenin laneti”nin etkisi altındadır. Ne kadar tane tane konuşsalar da, ne kadar tekrar etseler de, çoğu zaman elleriyle ritim tutan insan gibi anlaşılmaz ve gülünç duruma düşerler.
Uzmanlar kendi aralarında yaptıkları mesleki toplantılarda soyut genellemelerle konuşarak anlaşabilirler çünkü herkes aynı bilgi düzeyindedir. Ama günlük hayatta her iletişim hem somut olmalı hem de insanların duygularına hitap etmelidir. Bunun tersini yapmak, elleriyle ritim tutup dinleyenin şarkıyı anlamasını beklemeye benzer.
Bugün, herkesin konuştuğu ama çok azının anlaşıldığı bir çağda yaşıyoruz. Bilgi arttıkça birbirimizi anlamak zorlaşıyor. “Bilmenin laneti” artık yalnızca uzmanların değil, hepimizin her gün yaşadığı bir lanet haline geliyor.
Bu lanetten kurtulmanın yolu, konuşurken dinleyenin bilgi düzeyine uyumlu, mesleki terimlerden arınmış, insani bir dil kullanmaktır.
Çünkü anlatmak, ne kadar bildiğin değil, ne kadar anlaşıldığındır.
Not: İlk kez Ağustos 2019 tarihinde yayınladım bu yazıyı, yeniden yazarak yayınladım.
Teşekkür ediyorum bu güzel yazı için. Yazınız bana “dudak okumak” işinin neden zor olduğunu sorgulattı. Dudak okumayı meslek edinenleri ve bu işin eğitimini nasıl alıyor olduklarını merak ettim.
Günlük yaşamımızın içinde çık sıkça yaşadığımız bir sorunun bu denli çarpıcı ama bir o kadar da anlaşılır halde anlatmanız harika..Tam da bir sunum üzerinde çalışırken bu makaleyi okumak bana ilaç gibi geldi..Teşekkürler..
İnsanların çoğu zaman anlaşılmaktan ziyade ne kadar bilgili olduklarını göstermek istediklerini düşünüyorum.
Temel bey harika yaziniz ixin tesekkur ederim.Uzmanların kendi aralarında yaptıkları mesleki toplantı ve seminerler hariç her türlü iletişim hem somut olmalı hem de insanların duygularına hitap etmelidir yorumunuza ilişkin olarak duygularına hitap etme kısmını somutlastirabilir misiniz.Saygilar
Cok haklisiniz… Anlayan da anlatan da zorlaniyor..
Çok güzel bir yazıydı, teşekkür ederim.
Basit bir şeyi anlatabilmek değil ise kast edilen, “karmaşık olan sadeleştirip basite indirme” becerisinden yoksundur bence anlatıcılar. Bu beceri “yaratıcılık” olarak da değerlendirilebilir.
Çok güzel ve aydınlatıcı bir yazı. Şirketlerde çoğunlukla karşılaştığımız bir durum açık bir şekilde anlatılıyor. Kaleminize sağlık üstat!