Skip to main content

Bilmenin Laneti

23 Ocak, 2024

İnsan bildiğini başkasına anlatmakta neden zorlanır? Neden uzmanların, şirket CEO’larının konuşmaları anlaşılmazdır. Çocuklar anne babaların nasihatlerini neden onları anlamazlar? 

Elizabeth Newton, 1990 yılında Stanford Üniversitesi’nde bir deney yaptı. Deneye katılanları iki gruba ayırdı. Birinci gruba Amerika’da herkesin ezbere bildiği şarkıların sözlerini verdi. Ağızlarından hiç ses çıkarmadan, bu şarkıların ritimlerini, ellerini masaya vurarak çalmalarını istedi. Bu şarkılardan bazıları okul yıllarında öğretilen bazıları ise Amerikan kültürüne ait her Amerikan vatandaşının belleğine kazınmış şarkılardı. İkinci gruptan ise sözlerini ve müziklerini duymadıkları, sadece ritimlerini duydukları bu şarkıların hangi şarkılar olduğunu tahmin etmelerini istedi. 

Ritimciler 120 şarkının ritmini çaldılar. Dinleyiciler ise bunlardan sadece 3 tanesini doğru tahmin edebildiler. Başarı oranının yüzde 2,5 kadar düşük olmasının nedeni ritim tutan insanla dinleyen insanın aynı bilgi düzeyinde olmamasıydı. Ellerini masaya vurarak ritim tutan insanın zihninde şarkının hem sözleri hem müziği yankılanıyordu ama dinleyenler bu bilgiden yoksun olarak sadece şarkının ritmini duydukları için dinlediklerinin hangi şarkı olduğunu anlamıyorlardı.  

Bu durum aslında kara mizah gibi hem acı hem komiktir. İsterseniz evde deneyebilirsiniz. Ritim çalarak şarkıyı anlatmaya çalışan insan başarısız oldukça dinleyenleri “aptallıkla” suçlamaya başlar. Herkesin hatta çocukların bile ezbere bildiği şarkıyı dinleyenlerin neden bir türlü anlamadıklarını anlamaz. Dinleyeciler ise yüzlerinde karşısındaki küçük gören bir gülümsemeyle dudaklarını büzüştürüp kaşlarını kaldırarak elleriyle ritim tutan insanın çırpınışını izlerler.

Elleriyle bir şarkının ritmini tutan insan eğer şarkının müziğini ve sözlerini zihninde duymasa zaten ritim tutamaz. Ama dinleyenler bu müzikten ve sözlerden yoksun oldukları için ritim tutanın hangi şarkıyı kastettiğini anlayamazlar. Çalanla dinleyen arasında iletişim gerçekleşmez. Çünkü iki tarafın zihinlerindeki bilgi seviyesi de bilginin niteliği de farklıdır.

Mesajı verenle mesajı alan arasındaki bilgi asimetrisi hayatın her alanındaki iletişimin en önemli engelidir. Mesajı gönderen insan karşı tarafın hangi bilgi düzeyinde olduğunu dikkate almadan iletişim kurarsa mesaj yerine ulaşmaz.

Bir doktorun hastasıyla iletişiminde de bilgi düzeyi ve iletişim dili farklıdır. Hasta “Yutkunurken boğazımda yumruk oluşuyor”, “Öksürürken ciğerim sökülecek gibi oluyor” gibi somut benzetmelerle kendini ifade eder ama doktor olası hastalık sınıflamaları ile düşünür. Hastaya “bakteriyel enfeksiyon” teşhisi koyup “antibiyotik” reçete eder. Sonra da hastasına “İlacı düzenli alın, boğazınızı yakacak sıcak içecek içmeyin, bol su için…” gibi günlük dilde konuşur. Eğer doktor teşhis ve tedavi için kendi zihninde oluşan tıbbi terimlerle konuşursa onu uzman olmayanlar anlayamaz. 

Sadece tıp gibi uzmanlık alanlarında değil hayatın her alanında genellemeler ve soyutlamalar insanların birbirlerini anlamasına engel oluşturur. Anne babaların çocuklarına nasihat ederken “İyi insan ol”, gibi sözleri de soyut ve anlaşılmaz bir genellemedir. Anne babaların zihninde yılların deneyimiyle oluşmuş “iyi insan” kalıbı henüz çocukların zihninde oluşmamıştır. Bu nedenle çocuklar anne babalarının ne demek istediklerini anlamazlar. Anlaşılmaz olduğu için de çocuklar nasihatları sıkıcı bulur.

Çok bilenin bildiğini anlatamamasına “bilmenin laneti” denir.

Bu “lanet” aslında hayatın her alanında insanın karşısına çıkar. Yönettikleri şirketin vizyon, misyon ve değerlerini çalışanlara anlattığını zanneden CEO’lar, kendi mesleklerine özgü terimlerle konuşan uzmanlar, nutuk atan siyasetçiler… bunların hepsinin üzerinde “bilmenin laneti” vardır.

Söylediklerini tane tane anlatır ve tekrar ederlerse kendilerini daha iyi anlatacaklarını zannetseler de çoğu zaman elleriyle ritim tutan insan gibi anlaşılmaz ve gülünç durumuna düşerler.

Uzmanların kendi aralarında yaptıkları mesleki toplantı ve seminerler hariç her türlü iletişim hem somut olmalı hem de insanların duygularına hitap etmelidir.

Bunun tersini yapıp soyut ve rasyonel kalıplarla konuşmak, insanın elleriyle ritim tutup dinleyenin şarkıyı çıkarmasını beklemek gibidir.

Not: Bu yazıyı ilk kez Ağustos 2019 tarihinde yayınladım.

Konuyla İlgili Makale ve Linkler

  1. Elisabeth Newton, Tappers and Listeners, 1990
  2. Chip Heath&Dan Heath, The Curse of Knowledge, HBR, Aralık 2006
  3. Temel Aksoy, Öyküler Neden Bu Kadar Önemli?, 6 Temmuz 2010
  4. Temel Aksoy, Öyküler Nasıl İkna Eder?, 21 Ocak 2014
  5. Temel Aksoy, Öyküler Evrenseldir, 29 Nisan 2014
  6. Temel Aksoy, En İyi Öyküyü Anlatan, Kazanır, 29 Aralık 2015

Konuyla İlgili Kitap Önerileri

Yorumlar

Comments (8)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir